Ana içeriğe atla

Hüseyin Rauf Orbay

Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde, Kurtuluş Savaşı'nda ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde önemli görevlerde bulunmuş olan asker kökenli bir bürokrattır.

Trablusgarp Valiliği ve Ayan Meclisi üyeliği yapmış olan, Kafkasya kökenli Aşharuva Mehmet Muzaffer Paşa'nın oğludur. Deniz Harp Okulu'nu ve Mühendishane'yi 1899'da bitirip, Amerika, İngiltere, Almanya gibi dönemin önemli ülkelerinde çeşitli dış görevlerde bulunmuştur.

Trablusgarp ve Balkan Savaşları'na katılmış, deniz savaşlarındaki başarısı nedeniyle "Hamidiye Kahramanı" ünvanını kazanmıştır. Birinci Dünya Savaşı'nda İran ve Irak'ta Osmanlı Teşkilat-ı Mahsusası'nın bir görevlisi olarak bulunmuştur. Bunun üzerine yarbay rütbesine yükselerek Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı'na atanmıştır. İzzet Paşa kabinesinde Bahriye nazırlığı yapıp, Osmanlı Devleti'nin çöküş belgesi olan Mondros Mütarekesi'ni imzalayan kişi olmak zorunda kalmıştır.

Malta'ya sürgüne gönderilmiş, 1921'de sürgünden dönerek Milli Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçmiştir. Kendisine Nafia vekilliği verilmiştir. Bakanlıktan ayrıldığı yıl Meclis ikinci başkanlığına seçilip, 1922-1923 arasında birkaç ay Başbakanlık yapmıştır.

1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduğunda Rauf Orbay, daha önce İkinci Grupta başlattığı muhalefetini bu toplulukta sürdürmüştür. Parti, 3 Haziran 1925’de kapatılıp, yönetici kadro, 17 Haziran 1926’daki İzmir Suikasti olayıyla ilgili görülerek yargılandığında, Avrupa’da bulunan Orbay da 10 yıl hapse mahkum edilmiştir. 10. Yıl Affından sonra yurda dönmüştür. 1939 yılında TBMM'nin altıncı döneminde Kastamonu'dan milletvekili seçilmiştir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında büyük bir güven kazanarak 1942'de Londra Büyükelçiliği'ne getirilmiştir. Bu görevden de 1944 yılında kendi isteğiyle ayrılmış ve bir daha devlet görevi kabul etmemiştir. 1964 yılında İstanbul'da vefat etmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...