Ana içeriğe atla

İkinci Meşrutiyetin İlanı ve Sonrası

1908 İhtilali Batı müdahalesi, ayrılıkçı ülke parçası ve kötü Osmanlı yönetiminin bir araya gelmesiyle patlak veren bir dizi gelişmenin ürünüdür. Makedonya sorunu ise İhtilalin çıkması için gerekli ortamı hazırlamıştır.

Gerçekte İhtilal, ideolojik nedenlerden çok mali bunalımlar nedeniyle 1907’den beri İmparatorlukta sıkça görülen bir dizi isyanın sonuncusuydu. Anadolu’da hasat çok kötüydü. Vergi toplamakta güçlük çekildiğinden aylıklar ödenmiyor, terfiler yapılamıyordu. Üstelik Makedonya’da ayrılıkçı terörizm son zamanlarda tırmanma içindeydi.

İttihat ve Terakki ise Rumeli’de özellikle III. Ordu’nun genç subayları arasında güçlü bir şekilde örgütlenmişti. Ayrılıkçı terörün tırmanması ve Avrupa’dan gelen bazı haberler İttihatçıları ihtilal için harekete geçirdi. İttihatçıları ayaklanmaya yönelten başka nedenler de vardı. 1905’de Uzak Doğu’da Rusya’nın Japonya’ya yenilmesi, bir Asya devletinin batılı bir devleti yenebilmesinin mümkün olabileceğini göstermiş, meşruti bir yönetimle Osmanlı Devleti’nin de aynı başarıyı gösterebileceği umudunu uyandırmıştı. 10 Haziran 1908’de İngiltere Kralı ile Rus Çarı’nın Reval’de buluşması ise İhtilalin fitilini ateşleyecekti. Çünkü iki süper gücün liderlerinin buluşması Osmanlı Devleti’nin parçalanacağı kuşkusunu arttırmıştı. İttihat ve Terakki Cemiyeti ise parlamentonun yeniden toplanmasının parçalanmayı önleyebileceğini düşünerek harekete geçmiştir. Cemiyetin fedailerinden Enver Bey Tikveş bölgesinde, Salahaddin ve Hasan Tosun Beyler Arnavutluk’ta, Kolağası Niyazi ve Eyüb Sabri Beyler Resne ve Ohri taraflarında çeteler kurarak dağa çıkmışlardır. Firzovik’de bir sabah namazında toplanan 20 bin kadar Arnavut Saray’a meşrutiyetçi beklentilerini bildiren bir telgraf çekmiştir. İsyanı önlemek için gönderilen askeri birlikleri ise Cemiyet kendi saflarına çevirmeyi başarmıştır. Rumeli’de denetimini kaybeden II. Abdülhamid ise iktidarının yıkılmasını önlemek amacıyla 23/24 Temmuz gecesi, 1876 Anayasasını yeniden yürürlüğe koyacağını bir irade ile duyurmak zorunda kalmıştır. Ve bir “devir” bıçakla kesilir gibi kendinden önceki “devir”den kopmuştur.

II. Meşrutiyet rejimi bu belirsizlikler ve kargaşa ortamında uygulanmaya çalışılmıştır. Meclis-i Mebusan seçimleri ise bu kargaşa ortamını ve çatışmalarını daha da derinleştirecektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...