Ana içeriğe atla

Türk Dilinin Gelişmesi

Milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında en önemli unsurlardan biri de dildir. Bütün ihtiyaçlara cevap verebilen, gelişmiş, zengin bir dil, her alanda kalkınıp ilerlemenin ön koşullarından biridir.

Moğol işgali altındaki Anadolu’da, birliğin ve beraberliğin sağlanmasında dilin önemini kavrayan Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277’de Türkçeyi resmi dil ilan etmiştir. Bu tarihin yıl dönümü günümüzde “Türk Dil Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Osmanlı döneminde biri bilim, edebiyat ve resmi yazışmalarda kullanılan Osmanlıca, diğeri de halkın büyük çoğunluğunun konuştuğu Türkçe olmak üzere iki ayrı dil kullanılıyordu. Dil birliğinin sağlanamaması, milli birliğin sağlanmasını da güçleştiriyordu. Bu nedenle Yeni Türk devleti Türk dilinin geliştirilmesine önem verdi.

Atatürk, Türk dilinin aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet kuruluşlarının dikkatli ve ilgili olmasını istemiştir. İlgilileri, halk ağzından kelime derlemekle görevlendirmiş, kendisi de sözcükler ve terimler oluşturmuş, bulduğu bazı yeni sözcükleri tartışmaya sunmuştur. Öğretim kurumlarında Türkçe terimlerle ders yapılmasını istemiştir. Atatürk’ün türetip Türk diline kazandırdığı kelimelerden bazıları şunlardır: Açı, uzay, gerekçe, üçgen, dikey, dörtgen, artı, eksi, çap, yarıçap, eşit, çarpı, bölü, oran.

Atatürk, milleti oluşturan kişiler arasında konuşulan dilin, birbirinden farklı olmaması, sade ve anlaşılır olması gerektiğine inanıyordu. Büyük Önder, Türk dilini kendi öz benliğine kavuşturmak için 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu)’ni kurdu.

26 Eylül 1932’de toplanan Birinci Dil Kurultayı’nda dil üzerinde yapılacak çalışmalar şu şekilde planlandı:

* Türk dilinin başka dil aileleriyle karşılaştırılması
* Türk dilinin tarihi ve karşılaştırmalı gramerinin yazılması
* Anadolu ve Rumeli ağızlarından kelimelerin derlenmesi
* Türkçe bir sözlüğün ve gramerin hazırlanması
* Terimlerin Türkçeleştirilmesi
* Osmanlıca kelimelere Türkçe karşılık bulunması
* Türk dili üzerine yazılmış yerli ve yabancı eserlerin toplanması ve gerekenlerin Türkçeye çevrilmesi.

Atatürk, dil çalışmalarının önemini 1 Kasım 1932’de Büyük Millet Meclisi’nde açış nutkunda şöyle ifade etmiştir: “Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır.”

Türk Dil Kurumu, halk dilindeki sözcükleri toplayarak derlemeler meydana getirdi. Bu çalışmalar sonucu, konuşma dili ile yazı ve bilim dili arasında önceden var olan ayrılığın kaldırılması konusunda önemli gelişmeler sağlandı.

Eğitim ve kültür alanında yapılan inkılaplar ile ülkede köklü bir değişime gidilmiş, eğitim millileştirilmiş, okuma yazma daha kolay hale getirilmiş, halkın kültürel açıdan ileri bir seviyeye gelmesi sağlanarak, bilimsel olarak yürütülen bu çalışmalara ara verilmeden devam edilmiştir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...