Ana içeriğe atla

Atatürk’ün Dış Politika Anlayışı

Atatürk’ün dış politika anlayışı, onun dünya görüşünü yansıtmaktadır. Bunu üç noktada toplamak mümkündür. Bunlar, tam bağımsızlık, ulusal egemenlik ve çağdaşlaşmak  yani batılılaşmak’tır. Bu anlayış, Misak-ı Milli sınırları içinde Lozan’dan önce ve daha sonraki dönemlerde yürütülen siyasal faaliyetlerin temelini oluşturmuştur. İzlenecek Türk dış politikanın temelini ve amaçlarını Misak-ı Milli ortaya koymaktadır.

“Ulusal ve ekonomik gelişmemize olanak bulunması ve daha çağdaş biçimde, düzenli bir yönetimle işlerin yürütülmesinin başarmak için, her devlet gibi, bizim de gelişmemiz koşullarının sağlanmasında, bütünüyle bağımsızlığa ve özgürlüğe kavuşmamız ana ilkesi varlık ve geleceğimizin temelidir. Bu nedenle siyasal, yargısal, mali... alanlarda gelişmemizi önleyici sınırlamalara (kapitülasyonlar) karşıyız.”

Milli Mücadele’nin dayandığı temel ilkelerden bir milliyetçiliktir ve bu dönemde Türk dış politikanın amacı ulusal bir Türk Devleti’nin kurulmasıdır. Bir ulus devletin kurulması Atatürk’ün gerçekçi politikasının bir sonucu olarak değerlendirilmektedir.

Milli Mücadele’nin sonunda Lozan Konferansı toplanmış, yapılan görüşmelerde büyük ölçüde Misak-ı Milli’nin esasları gerçekleştirilmiştir. Lozan görüşmeleri sırasında Atatürk’ün dış politika anlayışında emperyalist bir yön olmadığı görülmüştür. Çünkü, Osmanlı İmparatorluğu’nun kaybettiği topraklar üzerinde hak iddia edilmemiştir.

Atatürk’ün çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun izlediği dış politikadan dersler çıkartarak yeni politikanın esaslarını oluşturmuştur. Bunları şu şekilde özetlemek olanaklıdır; başka devletlerin iç işlerine karışmamak ve onları kendi içi işlerimize kesinlikle karıştırmamak,

1- Dış politika da milli çıkarlarımızın gerektirdiği politikayı izlemeyi, hiçbir şekilde maceraya atılmamayı, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesine uygun olarak dış politikada da barışçı olmayı ve sorunları barış yoluyla çözmeyi amaçlar.

2- Emperyalizm ve sömürgeciliğe karşıdır. Akılcıdır,  gerçekçidir..

3- Misak-ı Milli’yi temel almıştır.

4- Batı’ya dönük bir politika oluşturulmuştur.

Çünkü; Bu dış politika ile Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyine kavuşturulması amaçlanmıştır.. Batı’ya karşı izlenen politika Atatürk tarafından şöyle vurgulanmıştır; “Bizim, siyaset-i hariciyemizde herhangi bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Biz ecnebilere karşı hasmane bir his beslemediğimiz gibi, onlarla samimane münasebetler tesis etmek arzusundayız. Türkler, bütün milletlerin dostudur”.

Yorumlar

  1. Çok güzel olmuş teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. ARADIĞIM BUYDU TEŞEKKÜRLER.

    YanıtlaSil
  3. ödev yapmama yardımcı oldunuz saolun :)

    YanıtlaSil
  4. çok beğendim tesekkürler:)

    YanıtlaSil
  5. Kısaca anlatsanız bu konu sınav konusu bunumu yazıyım kagıda soru şu atatürkün polotika anlayışı cevap 2 sayfa belkide 3-4. sayfa

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Harflerinin Kabulü

Türkler İslamiyeti kabul etmeden önce kendi milli alfabeleri olan Orhun ve Uygur alfabelerini kullanmışlardı. İslamiyeti kabul etmelerinden sonra ise Arap harflerini benimsediler. Ancak bu harfler Türkçenin yapısına uymuyordu. Arap harflerinin öğrenilmesi ve yazılması oldukça zordu. Bu yüzden, halkın büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Cumhuriyet döneminde ele alınan önemli konulardan biri de harfler konusu oldu. 1927 yılında Maarif Vekaleti, harfler konusunda incelemelerde bulundu. Aynı yıl çıkarılan posta pullarında Türk Postaları kelimeleri Latin harfleriyle yazıldı. 1928’de Maarif Vekaletinde bir alfabe komisyonu kuruldu. Komisyon, Arap harfleri yerine Latin harflerine dayalı Türk alfabesini hazırlamaya başladı. Bu konu ile yakından ilgilenen Mustafa Kemal Paşa’nın çabaları sonucu Türk alfabesine son şekli verildi. Mustafa Kemal Paşa, yeni Türk harflerinin kabul edilmesi konusunu, 9 Ağustos 1928’de İstanbul Sarayburnu’nda halka şu sözlerle bildirdi: “Arkadaşlar, zengin dil...

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...