Ana içeriğe atla

İttihat Terakki Yönetiminin Milli Ekonomi Politikası

İttihat ve Terakki yönetiminin siyasal milliyetçiliğine koşut ekonomik milliyetçik fikri de gelişti. Parvu Efendi’nin Türkiye’deki yazılarından ziyade Friedrich List’in görüşleri etkili oldu. Bu düşünceye göre Türk iktisadi yaşamı içinde Türk girişimcilerin etkin olması gerekir. Bu çerçevede İttihat Terakki’nin temel politikası, yeni bir ulusal burjuvazini kurulması idi. Bunun için, çeşitli kentlerdeki yiyecek temini, çeşitli askeri satın alma gibi konularda bir takım yerli ailelere ayrıcalıklar verildi. Bu devlet eliyle burjuvazi yaratılması idi. Tabi bu kişiler de genellikle İttihat Terakki’ye yakın kişilerdi.

Özellikle Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra, yabancı şirketlere Osmanlı yasalarına bağlılık, Türk personel kullanımı, Türkçe  kayıt tutma ve Türkçe tabela kullanma zorunluluğu da getirildi . Çeşitli sanayi okullarının açılması hızlandırıldı. Ziraat aletlerini kullanımı yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Bu dönemin en önemli olaylarından birisi de kooperatiflerin ve yerli finans sektörünün desteklenmesi olmuştur. Özellikle Batı Anadolu’da üzüm, incir, zeytin üreticileri birlikleri kurulmuştur. Çok sayıda sermayesi tamamen Türk olan bankalar kurulmuştur.

İttihat Terakki yönetimi sanayi yatırımları konusunda da benzeri girişimlerde bulunmuştur. Birinci Dünya Savaşı öncesinde çıkarılan, sanayiinin desteklenmesi yasası, (Teşvik-i Sanayi Kanunu; bu kanun Cumhuriyet döneminde de yinelenecektir) Türk sanayicisine gümrük ve vergi muafiyetleri, parasız fabrika arsası vermek, kredi sorunlarını çözmek gibi ayrıcalıklar getirdi. Tüm bu oluşumlar içinde İttihat Terakki yönetimi Dünya Savaşı’na girince ilk olarak kapitülasyonları kaldırdığını duyurdu. İlginçtir, buna ilk tepki gösteren devlet de Almanya olmuştur.

Böylesine düşüncelere sahip olan İttihat Terakki yönetiminin bunları tam olarak gerçekleştirmeye gücü yoktu. Öncelikle 1909’dan Osmanlı Devleti’nin yıkıldığı zamana değin yönetim fiili olarak savaşın içinde idi. Trablusgarp Savaşı, Balkan savaşları ardından Birinci Dünya Savaşı Osmanlının yakasını bırakmadı. Doğaldır ki savaşlar sırasında ekonomik öncelikler savunma amacına yönelik olur.

Bir başka faktör, Osmanlı’da bir girişimci kitle/müteşebbis sınıf yoktu. Bir takım ayrıcalıkları elde eden kişiler ise bunlardan sadece spekülatif olarak yararlanabiliyordu. Dolayısıyla, “İttihat Terakki’nin milli burjuvazi yaratma isteği bir milli spakülatör sınıfını ancak yaratabilmiştir”. Bu çerçevede savaşlar sırasında kara borsa, yokluk eksik olmamıştır. Bu da İttihat Terakkinin milli ekonomi yaratma çabalarının önünde bir engeldir. İttihat Terakkinin milli ekonomi yaratmadaki en büyük engellerden birisi de Osmanlı Devleti’nin yüz altmış milyon lirayı bulan dış borcu idi. Bu para Avrupa emperyalizmi için vazgeçilebilecek bir para değildi.

Tam anlamıyla yarı sömürge olmuş bir toplumda milli ekonomiyi oluşturmanın yöntemi de bir evrimsel dönüşümle olamazdı. Bunun yöntemi ancak devrim  ile olabilirdi. Ne var ki bu politikalar çok önemli idi. Çünkü İttihat Terakki’nin milli ekonomi politikası, Türk devrimi için hem düşüncede hem de uygulamada ciddi örnekler oluşturdu.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...