Ana içeriğe atla

Osmanlı Ekonomisinin Yarı Sömürge Oluşu

XIX. yüzyıl öncesinde Avrupa devletleri dünyayı şekillendirmeye başlamışlardı. Coğrafi keşiflerin ardından yeni dünyanın ve doğunun değerli madenleri ve ham maddeleri yoğun bir şekilde Avrupa’ya akmaya başladı. Avrupa’da gelen değerli madenlerin sermayeye dönüşümü, ham maddenin de mamul maddeye dönüşümü, sanayi devrimini ve ardından emperyalist ekonomileri doğurdu.

XIX. yüzyılda dünya neredeyse sömürenler ve sömürülenler olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Sanayi Devrimi ile üretimde büyük artışlar gerçekleştiren Avrupa artık yeni Pazar arayışlarına yöneldi. Pazar açısından da en bakir alan Avrupa dışındaki topraklar idi. Ne var ki bu toplumlarında önemli bir sorunu vardı. Zira bu toplumların satın alma gücü yoktu. Hem değerli madenleri hem de ham maddeleri zaten yok pahasına Avrupa’ya akıyordu. Bu durumda XIX. yüzyıl yeni bir hareketi daha doğurdu. Bu da geri kalmış ülkelerin satın alma gücünün arttırılması idi. Bunun için Avrupa’dan dünyanın öteki devletlerine finans akımının yaratıldığını görüyoruz. Böylece borç para vererek, Avrupa dışı ülkelerin satın alma gücü yükseltilecek, mamul mallar için gereken talep yaratılmış olacak, bu ülkeler mali açıdan da Avrupa’ya bağlı olacaktır. Bunun için her şey hazırdı. Bir İngiliz politikacısının deyişi ile “artık Avrupa’da bütün dünyaya yetecek kadar para mevcuttu”.

Bu süreç Osmanlı’da da farklı gelişmelerle yaşanmıştır. Gerçi Osmanlı’nın değerli maden sömürüsü açısından bir özelliği yoktur. Tersi bol gümüşün Osmanlı’ya girmesi söz konusudur. Fakat ham maddelerin akışı açısından Osmanlı bu sürece girmiştir. XVI. yüzyılın ikinci yarısında önce Fransa’ya daha sonra diğer ülke tüccarlarına verilen ayrıcalıklar/kapitülasyonlar Osmanlı’nın ham maddelerinin adeta gümrüksüz Avrupa’ya gitmesini sağlamıştır. Bu olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna kadar da devam etmiştir. Osmanlı sınırları içinde  yetişen sof (Ankara’da üretilen bir çeşit keçi kılı ipliği), daha sonraki dönemlerde pamuk, meyveler, madenler sürekli Avrupa’ya götürülüyordu.

XIX. yüzyıl öncesi için farklı ekonomik politikalar sonucu, Osmanlı için sömürge diyemeyeceğimiz bu gelişmeler XIX. yüzyılda sömürgeleşmenin temellerini de oluşturuyordu. 1838 yılında İngiltere ile yapılan ticaret anlaşması gümrükler konusunda Osmanlı yönetiminin iradesini neredeyse yok ediyordu. 1854-55 yılında Kırım Savaşı’nın getirdiği ekonomik buhrana koşut ilk kez bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu, Avrupalı banka ve bankerlik şirketlerinden yüklü miktarlarda borç almıştır. 1875 yılına kadar hesapsızca alınan borç sonucu Osmanlı maliyesi bu yıl iflas ettiğini ilan etmiştir. Birkaç yıl aradan sonra 1881 yılına Düyun-u Umumiye/Genel Borçlar İdaresi oluşturulmuştur.

Bir dönem bu kurumda çalışan Mizancı Murat Bey’in deyimi ile “devlet içinde devlet olan Düyun-u Umumiye” Osmanlı İmparatorluğu’nun sömürge yönetim kurumu olmuştur. Bu kurum İngiltere, Fransa, İtalya daha sonra Almanya devletlerinin resmi temsilcilerinden oluşmaktadır. Devletler her türlü borç alma ve ödeme işlemlerini bu kurum üzerinden gerçekleştirmeye başlamışlardır. Böylece hem artık daha güvenle borç verebilecekler hem de bu para geriye gelecekti.

Düyun-u Umumiye, kurulduğu zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun yaklaşık yüz milyon Osmanlı lirası borcu bulunmaktaydı.  Ne var ki bu paranın yaklaşık yarısı faiz, komisyon, sigorta, garanti parası gibi kesintiler sonunda Osmanlı hazinesine girmeden borç hanesine yazılıyordu. Daha sonraki tarihler akan borç faizleri ise ancak yeni borçlanmalarla karşılanabiliyordu.  Böylece Osmanlı maliyesi tam bir kısır döngü içine girdi. Bu borçlar bir takım karşılıklar gösterilerek alınıyordu. Osmanlı maliyesinin gösterdiği karşılıklar da devletin vergi gelirleri idi. İşte Düyun-u Umumiye’nin kurulmasındaki mantık da buradadır. Devletin borç alırken karşılık gösterdiği vergi gelirlerine  alacaklılar doğrudan kendileri el koyuyordu.

Düyun-u Umumiye, bu amaçla bütün Osmanlı topraklarında örgütlendi ve XX. yüzyıla geldiğimizde beş bin kişilik bir personele kavuştu. Düyun-u Umumiye’nin kurulması ile yabancı yatırımcılar da bu kurumun garantisi ile hızla Osmanlı topraklarına aktılar. Bu konuda önemli bir sektör demir yolları yatırımlarıdır. Demir yollarını yapan yabancı şirketler, finansını, Düyun-u Umumiye ile elde ettikleri şirketlerin çok uzun yıllar işletme ayrıcalığını alıyorlardı. Üstelik demiryollarının yirmi kilometre sağında ve yirmi kilometre solunda, kırk kilometrelik bir koridorda her türlü maden, tuzla, dalyan işletme hakkı ve ayrıcalığı bu şirketlere bırakılıyordu.

Yabancı şirketler bir süre sonra Osmanlı maliyesi denetiminin dışında stratejik sektörler de dahil yatırımlara başladılar. Ulaşımın yanı sıra, her ülkenin Osmanlı topraklarında haberleşme şirketleri kuruldu. Bankacılık sektörü de benzeri bir biçimde oluştu Fransız-Osmanlı ortaklığı olan Osmanlı Bankası’nın yanı sıra  yabancı banka ve sigorta şirketleri de İstanbul, Selanik, İzmir gibi kentlerde kuruldu. Yine bu kentlerdeki ulaşım, aydınlatma, su gibi kamu yatırımı diyebileceğimiz yatırımlar da yabancı şirketlere verildi. Tütün satın alımı, sigara yapımı ve satılması tekeli ise bir Fransız-Belçika şirketi olan, Reji şirketine bırakıldı.

XIX. yüzyılın sonlarından itibaren İngiliz, Fransız, Amerikan, Alman şirketleri hızla Osmanlı sınırları içinde çoğaldı. Önemli olan bunlar  Osmanlı yasalarına değil kendi ülkeleri yasalarına tabi idi. Kendi topraklarında yabancı ülkelerin vergi topladığı, kendi toprakları üzerindeki madenlerin işletilmesinin yabancılara bırakıldığı, kendi köylüsünün emeğini yabancı şirketlere terk edildiği, kendi toprakları üzerindeki fabrikaları denetleyemeyen bir ülke yarı sömürgedir.

Bu durum ilk kez II. Meşrutiyet döneminde fark edilmiştir. Özellikle bir Alman göçmenin Parvus Efendi adı ile yazdığı yazılar etkili olmuştur. İttihat Terakki döneminde yeni milli ekonomi politikası uygulanmaya çalışılmıştır.

Yorumlar

  1. Harrah's Resort Southern California - MapyRO
    Harrah's Southern California 경상북도 출장마사지 Casino, Hotel, and RV Park along California state line. The 제주 출장마사지 property is 이천 출장안마 located in 익산 출장안마 Funner and is 경주 출장안마 open daily 24 hours. Rating: 7.4/10 · ‎5,955 reviews

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...