Ana içeriğe atla

Kurtuluş Savaşı'nın Maddi Kaynakları

Ulusal savaşın çok büyük yokluklar içinde başladığını gördük. Ekonomik çöküntü T.B.M.M.’nin açıldığı sırada Meclis’in para bulmakta büyük sorunlarla karşılaşmasına yol açtı. Meclis açılır açılmaz ele alınan konuların başında gelir kaynağı bulmak geliyordu. Ancak vergi ve asker toplanabilmesi için, Meclis’in Anadolu’da otoritesinin kurulması gerekliydi. Oysa Meclis’in açıldığı tarihte Anadolu’nun birçok yerinde iç ayaklanmalar çıkmış ve sürmekteydiler. Bu nedenle buralardan vergi almak mümkün olmuyordu.

Meclis’in 24 Nisan 1920’da ilk ele aldığı kanun “Ağnam Resmi” (Hayvanlar Vergisi) ile ilgili kanun oldu. Duyun-u Umumiye gelirlerine el kondu. Anadolu’ya getirilen mallardan vergi alınması için, gümrük vergisi beş kat arttırıldı. Gelir kaynağı aranırken tasarruf önlemleri de alındı. Milletvekillerinin maaş ve yolluklarından vergi kesildi. Gereksiz yere soba ve geceleri lamba yakılmaması, kışın öğlen saatlerinde çalışılıp, gündüzden yararlanılması, gereksiz telgraf haberleşmelerinin yapılmaması gibi yöntemler uygulanırken, 14 Eylül 1920’de “Men-i Müskirat” (içki yasağı) ve 25 Kasım 1920’de de “Men-i İsrafat” (israfı engelleme) yasaları kabul edildi. 1920 yılı bu önlemlerle geçirildi.

1921 yılı ise İnönü, Eskişehir-Kütahya ve Sakarya Savaşları’nın yapıldığı yıl olduğu için, para sıkıntısı en üst düzeye ulaştı. Cephane ve malzeme yokluğu I. İnönü Savaşı’nda kendini gösterdi. 10 Ocak günü cepheden, cephane olmadığı için yenilmek üzere olunduğu haberleri geliyordu. Fevzi Paşa cephe Komutanı’na telgrafla “Size bir tren cephane gönderdim. Elinize varıncaya kadar mukavemet imkanını temin ediniz” yanıtını verdi. Oysa bir kaç sandık cephane ancak bulunabilmişti. Bu çaresiz durumda askere moral gönderen Fevzi Paşa’nın gözyaşlarını tutamadığı acı bir gerçektir. II. İnönü Savaşı da aynı kıt olanaklarla sürdürüldü.

Eskişehir-Kütahya taarruzuna başlayan Yunanlıların ordularını ve kaynaklarını iki kat arttırmalarına karşılık Türkiye’nin kaynakları bu hıza yetmedi. Bu nedenle Başkomutan Tekâlif-i Milliye Emirleri ile yeni bir gelir kaynağına başvurup, halktan bir çift çoraba kadar vergi almak zorunda kaldı.

7-8 Ağustos 1921’de ordunun ihtiyaçlarının karşılanması için yayınlanan bu ulusal vergi buyruklarına göre; her ilçede bir milli vergi komisyonu kuruluyordu. Her evden ordunun ihtiyacı için bir kat çamaşır, bir çift çorap, bir çift çarık isteniyordu. Tüccarın elinde bulunan yiyecek maddelerinin % 40’ına, karşılıkları zaferden sonra ödenmek üzere el konuyordu. Her çeşit kumaş, bez, pamuk, tiftik, kösele, meşin, ip,pabuç, başlık gibi giyim kuşama yönelik nesnelerin % 40’ı da yine bedeli sonradan ödenmek üzere alınıyordu. Halkın elinde bulunan tün silah ve cephane üç gün içinde teslim edilecekti. Her türlü makineli araç ve gerecin % 40’ına el konuldu. Ülkedeki bütün demirci, dökümcü, nalbant, terzi, marangoz gibi zanaatkarlar ordu emrine alınıyor, halkın elindeki her türlü taşıt aracının ve binek hayvanının yüzde 20’sine el konuluyordu. Bu önlemler sayesindedir ki 23 Ağustos 1921 günü başlayan Sakarya Meydan Savaşı, 10 Eylül 1921’de düşmanın ağır kayıba uğrayarak batıya kaçmasına ve savaşın kazanılmasına neden olmuştur. Türk ordusu bu savaş sonunda şehit ve yaralı olmak üzere toplam 26 bin kayıp vermişlerdir. Yunan kaybı ise, 16 bini ölü olmak üzere 46 bindir.

Bu üç sene içinde çok büyük para sıkıntısı çeken Türkiye, ülke içinde yeni para kaynakları, tasarruf uygulamaları ve olağanüstü yöntemlerle para bulmaya çalışırken, dışarıdan da para yardımı aldı. M. Kemal Paşa, daha 26 Nisan 1920’de Meclis’in açılışından üç gün sonra Sovyetler Birliği’ne yazdığı mektupla, silah,cephane ve malzeme yanında para da istemişti. O tarihte Türkiye’ye yardım edecek tek ülke Sovyetler Birliği idi. Bu yardım, M. Kemal’in, tam bağımsızlık temeli üzerine oturttuğu temel politikasından ödün verilmeden gerçekleşti.

Yine Özellikle Hindistan Müslümanları (Bugünkü Pakistan) Türkiye’ye yardım için çeşitli tarihlerde para gönderdiler. Hindistan’daki Hint Müslümanları ve Hindular aralarında bir görüş birliği oluşturarak, Türk ulusal mücadelesini maddi ve manevi açıdan desteklemişlerdir. Büyük Taarruz öncesi büyük sıkıntı doğunca M. Kemal Paşa, bu parayı geçici olarak Maliye’ye vermiştir. Büyük Taarruz sırasında Yunanlıların yaptığı yıkımı ve kırımı gören Mustafa Kemal Paşa, paranın bir kısmını yardım olarak felakete uğrayanlara dağıtmış, kalan parayı Maliye, savaştan sonra geri vermiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...