Ana içeriğe atla

Pontus Sorunu

M.Ö. 281’de Samsun-Trabzon arasında bir Pontus Krallığı kurulmuş fakat Romalılar buna M.S. 63’de son vermişlerdi. Bizans zamanında ise Kommen Ailesi, 1203 yılında bir Kırallık kurmuşlardı. Selçuklular zamanında ise Sinop ele geçirildi. Trabzon kuşatıldı ve Türklerle Pontus ilk kez mücadeleye başlamış oldular. Daha sonra Türklere, Moğollara vergi vererek varlıklarını sürdürdüler. Uzun Hasanla anlaşmış olan Pontus Krallığı’na, Fatih Sultan Mehmet 1461’de son verdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküntüye başlaması sonucu, bünyesindeki çeşitli Hristiyan azınlıklar gibi, bu bölgedeki Rumlar da “Pontus Devleti”ni yeniden kurma çalışmalarına başladılar. Bunda dış etken oldukça büyüktü. Merzifon’daki Amerikan Koleji öğretim ve idare kurulunun çalışmalarıyla 1904’de “Pontus Derneği” kuruldu. Çalışmalarını arttırarak kısa zamanda Anadolu’da yaygın bir örgüt haline geldi. Ayrıca “Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti” adıyla, terörcü ikinci bir dernek daha kuruldu. 1920 yılında Pontus çetelerinin tehlikesi karşısında Merkez Ordusu kurulduktan sonra, Koleje yapılan bir baskında, Pontus haritaları ve buranın Yunanistan’a katılmasına ait çeşitli kitapIar ele geçti. Durum, Kolejin Amerikalı yöneticisi White’ın yazmış bulunduğu bir mektubun ele geçmesiyle açıkça anlaşıldı. Mektupta Müslümanlık, Türklerin liderliğinde, Hristiyanlığın en büyük düşmanı olarak gösteriliyor ve Türkiye’nin parçalanması amaçlanıyordu.

Pontusçular bastırdıkları haritalarda, merkezi Samsun olmak üzere, Batum’dan İnebolu’ya ve Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve Erzincan’ı içine alan topraklar üzerinde Pontus Devleti kurmak istiyorlardı. Yunan “Megalo İdea” sının genişliği ve Türkiye için ifade ettiği tehlike açıkça ortadaydı. Bir yandan Ege Bölgesi’ni, diğer yandan Doğu Karadeniz’i de ele çeçirmeye çalışıyordu. Yunanlıların sistemli çalışmaları ile son elli yıl içinde Samsun çevresine 30.000 Rum getirilmişti.

Birinci Dünya Savaşı’nda burada yaşayan Rumlar Yunanistan ve Rusya yararına casusluk yaptılar, Türk cephesi gerisinde düşmanlıktan geri kalmadılar. Ruslar Trabzon’u işgal edince, Rusları coşkuyla karşıladılar ve Trabzon Metropoliti Hrisantos şehir yönetimini ele geçirdi. Bu fırsattan yararlanan Rumlar serbestçe silahlanmaya başladılar. Rus ordusuna katılan Rumlardan bir gönüllü tümen kuruldu. Ancak 1917 Bolşevik Devrimi üzerine bu tümen de dağıldı. Mevcudu 12.000’e varan bu tümen, biraz daha çalışarak iki üç kat artabilirdi. Nondros Ateşkesi sırasında bu tümenin dağılmış olması İstiklal Savaşı başlangıcında büyük bir şanstı.

Rusların çekilmesinden sonra Pontusçuluk yine gizli duruma geldi. Paris Barış Konferansı sırasında Rumlar çok yoğun bir propandaya giriştiler. Samsun yöresinde Müslümanların Hıristiyanları katlettikleri iddialarını ileri sürdüler. Diğer yandan yalan nüfus üstünlüğü iddialarında da bulunuyorlardı. Hatta buradaki Rumların, bu katliamdan kurtulmak için, Bolşevik tehlikesine rağmen Rusya’ya göç ettiklerini ileri sürüyorlardı. Troçki’ye de bir mektup yazarak, Pontus Cumhuriyeti’nin kurulması için yardım istediler.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, seferberliğe gelmeyen veya kıtalarından kaçan Rumlar dağlarda çeteler kurmuşlardı. Yalnızca Bafra yöresinde ll Rum köyünden 1.500 silahlı Rum çetecisi çıkmıştı. Rumlar Türk köylerine saldırarak öldürme ve yağmaya başladılar. Mondros Ateşkesi’nden sonra ise Yunanistan’dan getirilen silahlar ve destek sayesinde kuvvetlendiler. İngilizler de kendilerini destekliyordu. Bundan yararlanarak Türk köylerine saldırıları çoğaldı. Yalnız Samsun yöresinde 700’den çok Türk’ü öldürüp, yağma ve tecavüzde bulunmuşlardı. Rumlar’ın bu şekilde saldırıları karsısında Türkler de kendilerini korumak için çeteler kurdular. Bunların en önemlisi, Topal Osman Ağa çetesiydi. Bu daha sonra İstiklal Savaşı’na büyük yararları dokunacak bir kuruluştu.

Bunlara karşı alınan önlemler yetersiz görüldüğü için 24 Nisan 1920’den sonra Merkez Ordusu kuruldu. 10.000 kişilik ordu 1921’de tenkil (bastırma) harekatına başladı. Samsun’daki Metropolit ve papazlar, yıkıcı çalışmaları yüzünden İstiklal Mahkemesi’ne verildiler. Merkez Ordusu’nun mevcudu 1922’de 20.000’e çıktı. Pontus tehlikesi ancak Şubat 1923’te kesinlikle ortadan kaldırılabildi. 10.886 çeteci yakalandı ve 11.188 asi öldü. Geri kalan Rumlar Yunanistan’a göç ettiler. Bu bölgede çalışan İstiklal Mahkemesi Pontus olayına katılmak ve kışkırtmacılık suçundan üçü Müslüman 174 Rum’u idam etti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Harflerinin Kabulü

Türkler İslamiyeti kabul etmeden önce kendi milli alfabeleri olan Orhun ve Uygur alfabelerini kullanmışlardı. İslamiyeti kabul etmelerinden sonra ise Arap harflerini benimsediler. Ancak bu harfler Türkçenin yapısına uymuyordu. Arap harflerinin öğrenilmesi ve yazılması oldukça zordu. Bu yüzden, halkın büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Cumhuriyet döneminde ele alınan önemli konulardan biri de harfler konusu oldu. 1927 yılında Maarif Vekaleti, harfler konusunda incelemelerde bulundu. Aynı yıl çıkarılan posta pullarında Türk Postaları kelimeleri Latin harfleriyle yazıldı. 1928’de Maarif Vekaletinde bir alfabe komisyonu kuruldu. Komisyon, Arap harfleri yerine Latin harflerine dayalı Türk alfabesini hazırlamaya başladı. Bu konu ile yakından ilgilenen Mustafa Kemal Paşa’nın çabaları sonucu Türk alfabesine son şekli verildi. Mustafa Kemal Paşa, yeni Türk harflerinin kabul edilmesi konusunu, 9 Ağustos 1928’de İstanbul Sarayburnu’nda halka şu sözlerle bildirdi: “Arkadaşlar, zengin dil...

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...