Ana içeriğe atla

Aydınlanma Çağı

Ortaçağın başta ekonomik ve toplumsal yapısı olmak üzere tüm anlayış dünyasına egemen olan Feodal Sistem ticaretin canlanması ve buna bağlı olarak kentlerin antik dönemdeki görkemli yapılarının yeniden hayat bulması ile çöktü. Bu yeniden hayat bulan kentlerde ekonominin ve toplumsal yapının belirleyici unsuru, bir farkla artık antik dönemin aristokratları ya da soyluları değil ticaretin ve zanaatkar üretimin giderek maddi anlamda daha güçlü kıldığı burjuva sınıfı idi. Bu sınıf bir yandan ekonomik yapının kapalı tarım ekonomisinden ticaret ve zanaatkar üretime geçmesini sağlarken diğer yandan da ortaçağ feodalitesinin temel unsuru olan çok küçük parçalara bölünmüş egemenlik birimlerini ve bunların siyasal olarak beslediği feodal beyleri ortadan kaldırarak güçlü merkezi krallıkların ortaya çıkmasında katkıda bulundular.

Ortaçağ Avrupa’sı Endüstri Devrimi’ne ulaşmadan önce aklın ve bilimin dinden ve dogmadan özgürleştiği bir Aydınlanma Çağı yaşadı. Aydınlanma insanoğlunun çevreyi algılayış metodunun, dinsel dogmatizmden, bilimsel pozitivizme dönüşmesi sürecidir. XVIII. yüzyılda Batı Avrupa’da burjuva sınıfı çok hızlı bir gelişme gösterirken, onlarla birlikte ekonomi de, toplum da ve dolayısıyla insanların dünyaya bakışları da değişmeye başladı. Zamanla bu yeni bakış açısına Aydınlanma Felsefesi, bu felsefenin doğup geliştiği döneme de Aydınlanma Çağı dendi.

Aydınlanma düşüncesinin temelini, aklı, yani usu işler kılma ve yüceltme oluşturur. Aydınlanma düşünürleri, evrenin us aracılığıyla kavranabileceğini, bu yolla insanoğlunun bilgiye, özgürlüğe ve mutluluğa ulaşabileceğini savunmuşlardır.

İlkçağda Yunan Aydınlanmasının merkezi Atina iken, 18.yüzyıl Aydınlanması, tüm Batı Avrupa’ya yayılan bir fikir akımıydı. 18.yüzyıl bir Akıl Çağı oldu. Aydınlanma felsefesi ise burjuva sınıfının genel dünya görüşü oldu. Bu felsefenin dayandığı ilkeler, yalnızca burjuvaziyi değil, bütün insanları kapsayan, eski düzenden yana olanlara karşı çıkan, insanların mutluluğunu amaç edinen ilkelerdi. Özgürlük, ilerleme, insan değeri gibi kavramlar tüm insanları hedeflemekteydi ve insanın özü gereği değerli olduğu, burjuva felsefesinin temeliydi. Aydınlanma felsefesinin amacı ön yargıları yıkmaktı. Akla, doğaya, insanın mutluluğuna aykırı tüm ön yargılara, boş inançlara karşıydı. Ama her şeyden önce, Katolik dininin getirdiği ön yargıya karşı çıkıyordu. Böylece, siyasal ön yargılar da sorgulanıyor ve zayıflatılıyordu. Bu karşı çıkışın kökenleri de Rönesans ve Reform hareketlerine dayanıyordu.

Reformasyon hareketlerinin taşıdığı sosyal ve dinsel etkinlikler daha erken tarihlere ulaşmaktadır. Kilisenin maddi ve manevi egemenliğine ve bunun sınır tanımaz etkinliğine karşı oluşan dinî-elit muhalefeti Martin Luther temsil etmiştir.

31 Ekim 1517 tarihli protestosunda İlahiyat Profesörü Luther, Alman toplumunun dinden yabancılaşmasının sonuçlarını irdelerken, Katolik Kilisesi’nin dogmalarına karşı reform istiyordu. Her tür inanç ilkelerini kiliseden bekleyen geleneksel Ortaçağ toplumunun düşünce dünyasında, Luther’in görüşleri oldukça yeni ve çekici gelmiş, kısa süre içinde bu düşünceler yayılmaya başlamıştı. Luther’in savunduğu düşünceler Protestan Kilisesi’ni doğurdu. Reform hareketleri 1520 yılından sonra başladı. Katolik kilisesinin zaman zaman görülen kötüye kullanımlarını ortadan kaldırmak için, Kilise ve Papalık dışında, bir dinsel düzeltim hareketinin adı oldu. Bu hareketin sonucunda, Avrupa’nın dinsel birliği bozuldu ve Hıristiyanların bir kısmı Katolik Kilisesinden ayrılarak Protestanlığı benimsedi. Protestanlığın, Katolik Kilisesi’nin bütüncül bir yola sürüklediği Hıristiyan dogmalarını temelden sarsması Alman toplumunda yeni gelişmeleri de gündeme getirdi. Çünkü Protestan aydınların katkısıyla Almanya’nın her köşesinde sanat ve kültürel alanlarda gelişmelerin ortaya çıkması, Katolikleri de etkilemiş ve mimaride ünlü Barok tarzına giden yolu açmıştı.
Önce İtalya’da başlayıp, giderek çevreye yayılan Rönesans, kelime anlamı olarak yeniden doğuş demektir. Rönesans’ın Ortaçağ’’a inat, dinsel konularda bile insanı merkez olarak almak, dünyayı, dünya gerçeklerini değerlendirmek ve Eski Yunan sanatına dönmek, köklerini orada bulmak gibi nitelikleri vardı. Latince önem kazandıkça eski eserler gün ışığına çıkıyordu. Rönesans, Ortaçağ ile modern dünya arasında bir basamak oldu.

İşte bu noktada, karşımıza ulus devletler çıktı. Ortaçağ boyunca, Batı’da siyasal birim olarak imparatorluklar içinde bağımsız derebeylikler görülürken, 16.yüzyıldan başlayarak bu derebeylikler yıkıldı ve yerlerine, bir Fransa, bir İspanya, bir İngiltere gibi ulus devletler kuruldu. Zaten gelişen ticaret burjuvazisinin, güçlenebilmek ve yeni bir dünya kurabilmek için, her şeyden önce kendisini koruyacak bir üst kuruluşa gereksinimi vardı. Bu üst kurumun adı, ulusal devletti ve ülke sınırlarına, mal ve can güvenliğinin sağlanmasına ve belli bir sınır içinde yasa birliğine sahipti. Ortaya çıkan bu ulusal devletlerin yönetim biçimi mutlak monarşiydi. Başta bir Kral vardı. Kral, tanrının yeryüzündeki temsilcisiydi ve tüm kararlar ona aitti.

Ancak İngiltere’de, sistem Monarşik görüntüsünü sürdürmekle birlikte, Parlamentarizm kurulmakta ve siyasal liberalizmin kuralları saptanmaktaydı. 11.yüzyılda İngiltere’yi egemenliğine alan Norman kralları, ele geçirdikleri toprakları, doğrudan doğruya kendi adamları olan soylulara dağıtmışlar ve onları zaman zaman toplayarak, çeşitli konularda görüşlerini almaya başlamışlardı.

Norman istilası bittikten çok sonra, bu soylular, kralın otoritesini sınırlamak adına, Kral Yurtsuz Jean’a 1215 yılında Magna Carta (Büyük Berat) denilen bir belge imzalattılar. Böylece kral, onların onayını almadan vergi alamayacaktı. 13.yüzyıl boyunca bu soylular, kendilerine daha çok danışılması için uğraştılar. Giderek bu danışmanların sayısı ve türü arttı. Bu konuşma toplantıları İngiltere’de

Parlamentonun başlangıcı oldu. 14.yüzyıldan başlayarak, Parlamento ikiye bölündü. Soyluların ve din adamlarının toplandığı Lordlar Meclisi (Kamarası) ve burjuvaların oluşturduğu Avam Meclisi(Kamarası) 16.yüzyılda Kral 8.Henry, Kiliseyi Papalığın egemenliğinden kurtardı ve Anglikan Kilisesini kurdu. Kilisenin toprakları, önce kralın sonra da satış yoluyla burjuvaların eline geçti. Burjuvazi güçlendikçe, Avam Kamarasının etkisi arttı ve sonunda, bunu resmileştiren ünlü Haklar Yasası imzalandı. Sistem henüz demokratik değildi ama gitgide liberal bir nitelik kazanıyordu. Lordlar Kamarası dışında, parlamento üyelerinin halk tarafından seçilmesi ve yasaların da parlamento tarafından yapılması, bu sistemin esasları idi. Zamanla oy hakkı yaygınlaştı ve sistem demokratik bir içerik kazandı.

Yorumlar

  1. [...] * Aydınlanma Çağı * Endüstri Devrimi * Fransız İhtilali Yorum yapın | Geri İzleme Tem 26th, 2007| Kategori: İnkılap Tarihine Giriş Etiketler:aydınlanma çağı, fransız ihtilali, sanayi devrimi « TOPLUMSAL DEĞİŞME VE DEVRİM OSMANLI DEVLET VE TOPLUM DÜZENİNİN ÖZELLİKLERİ » Henüz yorum yok. [...]

    YanıtlaSil
  2. [...] * Aydınlanma Çağı * Endüstri Devrimi * Fransız İhtilali [...]

    YanıtlaSil
  3. […] * Aydınlanma Çağı * Endüstri Devrimi * Fransız İhtilali […]

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...