Ana içeriğe atla

Birinci Bozkır veya Zeynelabidin Ayaklanması

Konya’da İkinci Ordu müfettişi olarak görev yapan Mersinli Cemal Paşa’nın Konya’dan ayrılması üzerine, Konya valisi Cemal Bey İstanbul hükümetinin bir valisi olarak Milli mücadeleye karşı tavır alarak hapishanedeki eşkiya ve katilleri serbest bırakarak silahlandırmış ve İtalyan işgal güçleriyle de temasa geçerek milli mücadeleye destek veren halkı sindirmeye çalışmıştır. Valinin bu tutumu üzerine Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa Albay Refet Bey’i Konya’ya gönderme kararı aldı. Konya halkı bu haberi duyunca Vali Cemal Bey’e karşı harekete geçti. Hayatının tehlikede olduğunu anlayan vali 27-28 Eylül 1919 gecesi İstanbul’a kaçtı. Halk Mehmet Vehbi Efendi’yi vali vekili seçti.

Konya’da bu gelişmeler olurken Millî Mücadeleye karşı ilk kıpırdanma hareketlerinden biri Bozkır’da meydana geldi. Bozkır’da ortaya çıkan olayın tertipleyicisi Bozkırlı Zeynelabidin ve arkadaşlarıdır. Bu şahıs hem Vali Cemal Bey hem de İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucularından olan İngiliz papazı Frew (Fru) ile yakın temas halindeydi. Bunların kışkırtmaları sonucunda 27 Eylül 1919’da Kürtoğlu Musa, Bademli Hacı Halil, Güzel Çavuş etraflarına topladıkları insanlarla Bozkır’a girerek jandarmaların silahlarını aldıktan sonra askerlik şubesinin depolarındaki silah ve cephaneleri de almışlardır. Asilerle çarpışma 28 Eylül günü Seydişehir’deki süvari bölüğünden gelen askerlerle gerçekleşmiş ve mevcut güçlerin yetersiz olması sebebiyle asiler duruma hakim olmuşlardır. Bunun üzerine asilere öğüt kurulu gönderilmiş ve Bozkır’a ulusal güçlerin gönderilmeyeceği garantisi verilerek isyancıların dağılmaları sağlanmıştır. 4 Ekim 1919’da asiler dağılmışlardır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...