Ana içeriğe atla

İkinci Anzavur Ayaklanması

Millî Mücadele’ye karşı güçlerin etkinlikleri 1920 yılında da sürdüi. Özellikle Osmanlı Mebusan Meclisi’nde alınan Misak-ı Milli kararları İngilizler başta olmak üzere İtilaf Devletlerini harekete geçirdi ve İstanbul işgal edildi, Meclis dağıtıldı. Milletvekillerinin bir kısmı tutuklanarak Malta adasına sürgün edildi, bir kısmı da Ankara’ya geldi. Mustafa Kemal Paşa’nın Temsil Heyeti Başkanı olarak Milli Mücadele’nin yürütülmesindeki kararlı tutumu ulusal hareket karşısında olanları harekete geçirdi ve ulusal güçlerin örgütlenmesi  önlenmek istendi. Bu amaçla Ahmet Anzavur tekrar harekete geçirildi.

Bu arada Biga kaymakamı Köprülü Hamdi Bey Fransız askerleri korumasında olan Gelibolu yarımadasındaki Akbaş cephaneliğini basarak silah ve cephaneleri Yenice’ye taşıtmıştı. Biga’da ulusal hareketi bilinçlendirmeğe çalışan Hamdi Bey; halka baskı yapanlara da fırsat vermiyordu. Örneğin halktan zorla para toplayan Kara Ahmed’i ve adamlarını tutuklayıp cezaevine koymuştu.

Ulusal güçleri güçlendirmek için Hamdi Bey gönüllü gençlerden birlikler oluşturmaya çalıştı. Kendisine destek için emrine 190. Alayın 2. Taburu da verildi.

Milli güçlerin ihtiyaçlarının giderilmesi için halktan para toplanması isteğine Pomaklar karşı çıktılar. Bundan istifade eden İngilizler de hemen ihanet şebekeleriyle temasa geçtiler. Özellikle Ahmet Anzavur’u tekrar Milli Kuvvetler aleyhine harekete geçirdiler.

Anzavur Çerkez köylerini dolaşarak halkı isyana çağırdı. Bu propagandaların sonunda Pomakların başına geçen Gâvur İmam; Çerkezlerin başına geçen Şah İsmail topladıkları silahlı, baltalı, bıçaklı binikiyüz kadar kişiyle 16 Şubat 1920’de Biga’ya saldırdılar. Kışlayı basan asilere karşı fazla direnemeyen Pomak asıllı askerleri dağılınca Biga kolayca isyancıların eline geçti. Biga’daki olayları duyan Anzavur 17 Şubat 1920’de buraya gelerek isyanın başına geçti. Asiler Hamdi Bey’in yakın arkadaşı ve destekleyicisi Kâni Bey’i, Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey’i ve Üsteğmen Rıza Bey ile üç eri şehit ettiler.

Kaymakam Hamdi Bey Yenice’deki cephaneliğin isyancıların eline geçmesini önlemek için Yenice köyüne hareket etti. Eminoba köyüne geldiğinde köylülerce tanınan Hamdi Bey Biga’ya götürülürken yolda öldürüldü. Hamdi Bey ile öldürülen diğer vatanseverlerin cesetlerini Belediye binasının bahçesine attılar ve buraya gelen İngiliz subaylarına gösterdiler.Yaptıkları ihanetin karşılığını almak için Şah İsmail İngiliz subaylarıyla birlikte İngiliz gemisine gider ve 5000 İngiliz altını ile geri gelir.

İsyanın bastırılması için Balıkesir’de bulunan 61. Tümen komutanı Albay Kâzım Bey, Müdafaa-i  Hukuk Cemiyeti ile birlikte topladığı gönüllüleri ve Demirci Efe güçleri Çerkez Ethem emrine verildi. Ethem Bey isyanı bastırmakla görevlendirildi.

Susurluk-Gönen hattında Yahyaköy mevkiinde yapılan çarpışmalarda Anzavur yenilerek Karacabey’e, oradan da İngilizlere sığındı ve İstanbul’a kaçtı (19 Nisan 1920).

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...