Ana içeriğe atla

Ali Rıza Paşa'nın İstifası, Salih Paşa'nın Hükümeti Kurması

Misak-ı Milli metni 28 Ocaktan 17 Şubata kadar gizli tutulduğu halde, Müttefikler daha açıklanmadan önce bu kararı öğrenip, tepki göstermeye başlamışlardı. Aslında tepki yalnız Misak-ı Milli metnine değil, esas olarak Ali Rıza Paşa Hükümetinin Ulusal Hareketi önleyecek güçte olmayışına idi. Bu nedenle de çeşitli yollarla Saraya ve Hükümete baskı yapmaya başlamışlardı. Seçimi boykot ettiği için Millet Meclisinde temsil edilmeyen Hürriyet ve İtilaf Fırkası ise parlamentonun milleti temsil etmediğini, bu nedenle Misak-ı Milli’nin de kabul edilemeyeceğini öne sürüyordu. İngiliz işbirlikçisi İstanbul gazeteleri de Misak-ı Milli kararıyla ülkenin yeni bir savaşa sürükleneceğini yazıyorlardı.

Bu tarihlerde direniş bölgelerinde Ulusal Hareketin lehine önemli gelişmeler olmuştu. 21 Ocak-11 Şubat tarihleri arasında süren Maraş savunmasında Fransızlar yenilip şehri boşaltmak zorunda kalmışlar ve bu olay tüm yurtta büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Millet Meclisi toplanmasına rağmen ARMHC varlığına son vermemiş, Temsilciler Kurulu barış sağlanıncaya kadar çalışmalarını sürdüreceğini açıklamıştı. İstanbul’da ve Anadolu’da Ulusal Hareketi güçlendiren bu gelişmeler üzerine Müttefikler, daha sıkı önlemler alarak Anadolu Ulusal Hareketini denetleyecek bir hükümet kurulmasını istemişlerdi. Padişah da Ali Rıza Paşa Hükümetinin başarılı olamadığını ve değişmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu durumda Ali Rıza Paşa ne Müttefiklere, ne Padişaha yaranamadığı gibi Temsilciler Kurulu ile de aralarında gerginlik başlamıştı. Son olarak Müttefiklerin Batı Anadolu’daki Kuva-i Milliye birliklerinin içeriye çekilmesini istemeleri üzerine, bu emre uymak istemeyen ve Ali Rıza Paşa 3 Mart 1920’de istifa mektubunu Saraya sunmak zorunda kalmıştı.

Padişah yeniden Ferit Paşa’ya görev vermek istiyordu, fakat Onun sadrazam olmasının gerginliği artıracağından korkuyordu. Çünkü Misak-ı Milli ile birlikte kabul edilen “Suçluların Kovuşturulması” kararına göre soruşturulacak kişilerden biri de Ferit Paşa idi. Bunun üzerine Padişah Tevfik Paşa’ya görev vermek istedi, O bunu kabul etmeyince bu kez Amasya görüşmelerinde Hükümeti temsil eden Salih Paşa’yı görevlendirdi ve 8 Martta Salih Paşa yeni Hükümeti kurdu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...