Ana içeriğe atla

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İstanbul Hükümetine ve Ayaklanmalara Karşı Önlemleri

T.B.M.M. ülkedeki her türlü güvenlik bozucu olayı önlemek amacıyla 29 Nisan 1920 tarihinde “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nu kabul etmişti. Bu kanuna göre T.B.M.M.’nin yasallığına sözle, yazıyla ya da eylemsel olarak karşı çıkanlar Vatan Haini sayılacaklardı. Vaaz ve konuşmalarında halkı vatana ihanet suçuna kışkırtanlar da geçici kürek cezasıyla cezalandırılacak, bu faaliyetleri sonucu olay çıkarsa idam edileceklerdi. Yasa bu suçları işleyenlerin bidayet mahkemelerince yargılanacakları hükmünü getiriyordu.

Bu yasa uygulamaya konulmuş, ancak bidayet mahkemelerinin yasanın amacına ulaşmasında yavaş ve yetersiz kaldığı gözlemlenmişti. Bunun üzerine, yapılan çalışmalar sonucu 11 Eylül 1920 “Firariler Hakkında Kanun” kabul edildi.

Bu yasaya hükümetin önerisi  ve T.B.M.M.’nin onayıyla İstiklal Mahkemeleri oluşturulacaktı. Bu mahkemelerde görev yapmak üzere T.B.M.M. üyeleri arasından oy çokluğuyla üç mebus seçilecek ve içlerinden biri mahkeme başkanı olacaktı. Mahkemelerin kararları kesin olup, infazından askeri ve sivil bütün devlet memurları sorumluydu. İstiklal mahkemelerinin emir ve kararlarını uygulamayanlar, uygulamada ihmal gösterenler aynı mahkeme tarafından yargılanacaktı.

Firariler hakkında Kanun çerçevesinde 18 Eylül 1920 tarihinde Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genel Kurmay Başkanı) İsmet Bey hükümet adına, 14 bölgede İstiklal Mahkemesi kurulmasına ilişkin önergesi Meclis’e sunacaktır. Bunlardan özellikle yedisinin ivedilikle kurulması gerektiği bildirilecektir. Aynı gün yapılan oylamayla bu yedi İstiklal Mahkemesinin (Kastamonu,  Eskişehir, Konya, Isparta, Ankara, Kayseri ve Sivas) oluşturulmasına karar verilmiş, mahkeme üyeleri seçilmiş ve görev yerlerine gönderilmiştir.

Milli Mücadelenin kazanılmasında büyük etkileri olan İstiklal Mahkemeleri, zamanına göre ulusal inançtan veya gereksinimden doğan devrim ve ihtilal mahkemeleridir. Bu mahkemelerin kurulması ile ulusal bağımsızlık savaşını tehlikeye düşürenler burada yargılanacaklardır. Mahkeme üyelerinin Meclis içinden seçilmesi, bölgelerin meclis tarafından saptanması ve kanun yürütme yetkisi doğrudan doğruya Meclise ait oluşu nedeniyle Meclis, İstiklal Mahkemeleri vasıtasıyla olağanüstü yargıya da sahip çıkıyordu.

İstiklal Mahkemeleri başlangıçta sadece kaçak suçlarına bakmak üzere kurulmuştu. Yetkileri kısa bir süre sonra vatana ihanet, casusluk, yolsuzluk, ayaklanma, eşkıyalık, saldırı, bozgunculuk gibi konulara da bakacak şekilde genişletildi. Sonuç olarak, İstiklal Mahkemeleri TBMM içinden seçilmekle Milli Mücadele için halkın arzusuna uygun bir güç ve ulus adına yargılama yetkisine sahip birer kuruluş oldular. Kararları TBMM adına uygulandığı için her şeyin üstünde kabul edilecekti.

İstiklal Mahkemeleri içinde en önemlisi Ankara İstiklal Mahkemesi idi. Diğer İstiklal Mahkemelerinin de bölgelerine göre büyük önemleri ve görevleri vardı. Ancak diğer mahkemeler 17 Şubat 1921’de kaldırıldı. Ankara İstiklal Mahkemesi ise 7 Ekim 1920’den 31 Temmuz 1922’ye kadar sürekli çalışan tek mahkeme oldu. Ankara İstiklal Mahkemesi’nin diğer bir özelliği de bakmış olduğu davaların önemi ile ilgilidir. Bu davalar, Osmanlı Hükümeti, Çerkez Ethem, İngiliz casusu Mustafa Sagir, komünist kuruluşların davaları gibi, içte ve dışta geniş yankı uyandıran önemli davalardır.

Bütün bunlar yapılırken, batı cephesinde Yunanlılara karşı sadece savunma savaşları yapılabilmiş, meclis çok zor günler yaşamıştır. Yunan birliklerinin Anadolu içlerinde ilerlemesi Ankara yakınlarına gelmeleri hatta top seslerinin Ankara’da duyulur olması Mustafa Kemal ve arkadaşlarının meclis’te sert eleştirilerle karşılaşmalarına yol açmıştır. Bir ara Ankara’nın düşme olasılığına karşı meclisin daha iç taraflara, Kayseri’ye taşınması bile düşünülmüştür. Görüldüğü üzere ulusal bağımsızlık savaşımız çok zor aşamalardan geçilerek kazanılmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...