Ana içeriğe atla

Yerel Kongre Çalışmaları

Mondros’tan sonra ülke toprakları işgal edilmeye başlanınca müdafaa-i hukuk eylemleri başlamıştı. Bu eylemler sırasında mücadelenin nasıl yürütüleceğini kararlaştırmak için yurdun her tarafında çeşitli kongreler yapılmıştır. Bu kongreler genellikle birbirine yakın tarihlerde yapılmış ve birbirine benzer kararlar alınmıştır. Kongrelerin her biri bölgesindeki eylemleri yürütecek temsil kurulları oluşturmuşlardır. Osmanlı Hükümeti Müttefiklere karşı ciddi bir mücadele veremediği için Anadolu ölçeğinde bir hükümet ve dolayısıyla iktidar boşluğu vardı, işte kongrelerin seçtiği temsil kurulları bu boşluğu doldurmak istemişlerdir. Kongreler çeşitli yöntemlerle belirlenen delegelerle toplanmış olmakla birlikte bazen kongre düzenlemesi sayılmayacak toplantılar da kongre diye nitelenmiştir.

Kars İslam Şurası ve Kongreleri

Mondros’tan sonraki işgaller sırasında İngilizler, Sovyet yönetiminin Osmanlı Devleti’ne geri verdiği Elviye-i Selase denilen üç sancağı (Batum, Ardahan, Kars) da işgal edip Ermeni ve Gürcülere vermek istemişlerdi. Bunun üzerine tekrar vatandan ayrılmak istemeyen Bölge halkı Kars’ta Milli İslam Şurası adlı bir örgüt oluşturdu. Bu örgüt 14 Kasım 1918’de yaptığı kongrede, Osmanlı yönetimi şehri boşaltacak olursa şehrin savunmasını üstlenecek olan 8 kişilik bir kurul seçti. 30 Kasımda 70 delegenin katılımıyla daha geniş bir kongre yapan Kars İslam Şurası üç sancağı birleştirip geçici bir hükümet kurarak yönetime el koydu. Daha sonra İngilizler Osmanlı yönetimiyle anlaşıp Batum’dan başlayarak Bölgeyi işgale başlayınca diğer şehirlerde de İslam Şuraları oluşturuldu.

17-18 Ocak 1919 tarihlerinde de 131 delegenin katılımıyla 3. Kars Kongresi toplandı ve önceki kongrede kurulan hükümet tüm bölgeyi içerecek biçimde Güneybatı Kafkas Hükümeti adıyla bir devlet örgütüne dönüştürüldü. Osmanlı Yönetimi İngiliz isteklerine boyun eğerek 9. Orduyu dağıtıp, komutanını İstanbul’a çektikten sonra şehre giren İngilizler bu hükümetin üyelerini tutuklayıp Malta’ya sürdüler.

Trabzon Kongreleri

Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti kurulduktan sonra kurucu üyelerle birlikte bölgedeki sancak ve kazalardan seçilen delegelerin katıldığı bir kongre düzenlenmişti. Bir temsil kurulunun oluşturulduğu kongre, Bölgenin Türk hukukunu Müttefik Devletler karşısında ve Barış Konferansı’nda savunmayı kararlaştırmıştı. Cemiyet, Bölgedeki Rum ve Ermeni çeteleriyle silahlı mücadeleye girebilmek için Türk çetelerinden yararlanılmasını kararlaştırmıştı. 15. Kolordu Komutanlığına atanan Kazım Karabekir Bölgeye geldikten sonra halka destek çıktığı için Ermeni ve Rum çeteleriyle mücadele daha da kolaylaşmıştı.

İzmir işgal edildikten sonra Trabzon’un da işgal edileceğini düşünen Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti, 28 Mayısta ikinci bir kongre düzenlemişti. Kongrede Trabzonlu delegelerin yaptığı öneri kabul edilerek, Ermeni ve Rumlara karşı yürütülen mücadelede tüm Doğu Bölgesinin işbirliği etmesi ve bu amacı gerçekleştirmek için Erzurum’da ortak bir kongre yapılması kararlaştırılmıştı. Alınan bu karar 30 Mayısta Doğu Bölgesi Müdafaa-i Hukuk örgütlerine yazılı olarak duyurulmuş ve delegelerin belirlenip toplanacak kongre için Erzurum’a gönderilmesi istenmişti. Aynı gün Vilayat-ı Şarkıye Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin Erzurum Şubesi de Erzurum’da bir kongre toplanmasına ilişkin kararını aynı illere duyurmuştu. Kazım Karabekir Paşa da Erzurum’da kongre yapılacağını Mustafa Kemal’e duyurup Onu Erzurum’a çağırmıştı. Böylece Erzurum Kongresi kararı iki ayrı bölgenin ortak kararı idi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...