Ana içeriğe atla

Paris Barış Konferansı ve Türkiye'nin Durumu

Birinci Dünya Savaşının galipleri savaş sonrasının yapılanması için geniş bir konferans düzenlenmesine karar verdiler. Müttefikler bu konferansla, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın maddelerini diledikleri gibi yorumlayarak işgal ettikleri Osmanlı topraklarındaki yönetimlerini meşrulaştıracaklardı. Fransa’nın başkenti Paris’te yapılması kararlaştırılan ve 18 Ocak 1919’da açılacak olan konferansa katılmak üzere 32 ulusun temsilcileri ve konferansı izlemek üzere 500 kadar gazeteci gelmişti. Özellikle bağımsızlık istekleri görüşülecek olan unsurlar konferansa büyük ilgi gösteriyordu. Konferans açıldıktan sonra karar verme yetkisini ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya devletlerinin başbakanlarıyla dışişleri bakanlarından oluşan ve “Onlar Konseyi” denilen bir kurul üstlenmişti. Daha sonra Japonya geri planda kaldığı, İtalya da anlaşmazlık nedeniyle ayrıldığı için karar verme yetkisi ABD Devlet Başkanı Wilson, İngiltere Başbakanı Lloyd George ve Fransa Başbakanı Clemenceau’dan oluşan 3 büyük devletin temsilcisinde kalmıştı. Konferansın başında, alınacak kararlarının Wilson ilkelerine dayandırılması ve barışı sürekli kılacak bir Milletler Cemiyeti örgütünün oluşturulması ilke olarak kabul edildikten sonra kendisine gerek kalmadığını düşünen Wilson Paris’ten ayrılmış ve bu kez yetkiler İngiltere ile Fransa’nın eline geçmişti.

Onlar Konseyi, konferansın ana ilkelerini belirledikten sonra görüşülecek konularla ilgili komisyonlar oluşturulup, komisyonlardan gelen raporlar üzerinde çalışmaya başladı. Haklarında karar verilmesini isteyen devlet, ulus, azınlık gibi unsurlar konferansa isteklerini bildiren raporlar sundular. En yoğun istek Osmanlı toplumlarından gelmişti. İtilaf Devletleri savaş yıllarında Osmanlı yönetimindeki unsurlara farklı ve çelişkili vaatlerde bulunulduğu için savaş sonrasında karar almak güçleşmişti. Batı Anadolu’da İtalyan ve Yunan isteklerinin çelişmesi, Osmanlı yönetiminden ayrılacak olan Arap topraklarının paylaşılması, Ermeni, Pontus ve Kürtlerin devlet kurma istekleri gibi birçok karmaşık konunun bu konferansta karara bağlanması gerekiyordu.

Konferans açılınca ilk olarak Wilson’un önerdiği Milletler Cemiyeti ile ilgili esasların belirlenmesi konusu görüşüldü. Daha sonra da 24 Ocak 1919 günü savaşta Müttefiklerin eline geçen Osmanlı topraklarının yönetimi sorunu ele alındı. Aslında Müttefikler kendi aralarında yaptıkları gizli anlaşmalarla bu yerleri paylaşmışlardı ve şimdi bu anlaşmaları uygulayarak Osmanlı Devleti’ni tamamen yok etmek üzere konferansa oturmuşlardı. Fakat Wilson Genelgesi gizli anlaşmaları yasak ettiği için bu soruna açık bir çözüm bulunması gerekiyordu. Wilson’ın bu yerlerin Milletler Cemiyetine bağlı olarak yönetilmesi önerisi kabul edilince Manda Yönetimi adıyla yeni bir sistem kabul edilmiş oldu. Buna göre Osmanlı Devleti’nden ayrılmasına karar verilen Arap topraklarında ve Anadolu’da kurulacak olan yeni devletlerin manda sistemine göre yönetilmesine karar verildi. Bundan sonra, kurulacak manda devletlerin mandaterliğini hangi devletin üstleneceğine sıra geldi ve Arapların mandaterliğinin İngiltere ve Fransa’ya verilmesi kabul edildi. Wilson da, ABD Senatosu kabul ettiği taktirde kurulacak Ermeni Devleti’nin mandaterliğini üstlendiğini bildirdi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...