Ana içeriğe atla

İstanbul Hükümeti'nin Olumsuz Tutumu

Mustafa Kemal görevden alındıktan sonra İstanbul’da siyaset ısınmıştı. Harbiye Vekili Ferit Anadolu Hareketinin önderleriyle ilişki kurulmasını savunurken, İngiliz yetkileri Rauf ve Mustafa Kemal’in tutuklanıp İstanbul’a getirilmesini istiyorlardı. Sadrazam Damat Ferit Paşa ve kabine üyelerinin çoğunluğu da İngilizlere uyulmasını savunuyorlardı. Nitekim İngilizlerin isteği üzerine İçişleri Bakanı Erzurum Valisinden Mustafa Kemal’in çalışmalarının denetim altında tutulmasını istedi. Öte yandan Veliaht Abdülmecid Efendi önce, Hükümetin işgallere engel olamadığını, topraklarını korumak isteyenleri çetecilikle suçladığını ve seçim yapılıp Meclisin toplanması gerektiğini savunurken, Calthorpe’un isteği üzerine kendisi uyarıldıktan sonra İngiliz yanlısı bir tavra girerek, Anadolu hareketini “aptalca ve haince” bulmaya başladı.

Bu gelişmelerden sonra 29 Temmuz 1919’da Bakanlar Kurulu, emirlere aykırı hareket ettikleri ve halkı kışkırttıkları için Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in Harbiye ve İçişleri Bakanlıkları tarafından yakalatılarak İstanbul’a getirtilmesine karar verdi. Bunun üzerine Harbiye Bakanı 15. Kolordu Komutanlığından yakalama işinde yardımcı olmasını istedi. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, bu kişilerin çalışmalarında yasadışı bir durum olmadığını, Onları yakalamanın tepkilere yol açacağını bildirdi. İçişleri Bakanlığı da Erzurum Valisinden aynı şekilde yakalama işinde yardımcı olmasını istedi, aynı gerekçelerle vali de bu isteğe uymadı. İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal’den boşalan 3. Ordu Müfettişliğine de Kazım Karabekir’in vekalet etmesine karar vermiş, Karabekir Paşa ise daha önce kabul etmediği bu görevi Rauf ve Mustafa Kemal’in uygun bulması üzerine kabul etmişti. Resmi sıfatları olan Kazım Karabekir hükümetin endişeyle izlediği Erzurum Kongresi hazırlıklarının da içindeydi. Aldığı kararları uygulatacak görevli bulamayan Hükümet, ordu müfettişliklerini ve 3. Ordu’yu kaldırdı. Bütün bunlara rağmen İstanbul Hükümeti ne Paşaları tutuklatabildi, ne de kongreye engel olabildi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Harflerinin Kabulü

Türkler İslamiyeti kabul etmeden önce kendi milli alfabeleri olan Orhun ve Uygur alfabelerini kullanmışlardı. İslamiyeti kabul etmelerinden sonra ise Arap harflerini benimsediler. Ancak bu harfler Türkçenin yapısına uymuyordu. Arap harflerinin öğrenilmesi ve yazılması oldukça zordu. Bu yüzden, halkın büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Cumhuriyet döneminde ele alınan önemli konulardan biri de harfler konusu oldu. 1927 yılında Maarif Vekaleti, harfler konusunda incelemelerde bulundu. Aynı yıl çıkarılan posta pullarında Türk Postaları kelimeleri Latin harfleriyle yazıldı. 1928’de Maarif Vekaletinde bir alfabe komisyonu kuruldu. Komisyon, Arap harfleri yerine Latin harflerine dayalı Türk alfabesini hazırlamaya başladı. Bu konu ile yakından ilgilenen Mustafa Kemal Paşa’nın çabaları sonucu Türk alfabesine son şekli verildi. Mustafa Kemal Paşa, yeni Türk harflerinin kabul edilmesi konusunu, 9 Ağustos 1928’de İstanbul Sarayburnu’nda halka şu sözlerle bildirdi: “Arkadaşlar, zengin dil...

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...