Ana içeriğe atla

Mustafa Kemal Atatürk'ün Yaşamı ve Çalışmaları

1881 yılında, şimdiki Misak-ı Milli sınırlarının dışında kalmış olan, fakat Osmanlı döneminde, siyasal faaliyetlerin ve modernleşme çalışmalarının en yoğun yaşandığı şehirlerden birisi olan Selanik’te doğmuş ve ortaokulu bitirinceye kadar burada yaşamıştır. Askeri Liseyi okumak için geldiği Manastır ise, özgürleşme çalışmalarının odağında bulunan, asker ve sivil aydın kadroların en yoğun olduğu, hareketli bir Makedonya şehri idi. Gerek İstibdat yönetimine karşı verilen mücadelede, gerek ikinci meşrutiyetin ilan ettirilmesinde ve gerekse 31 Mart Olayı olarak bilinen gerici ayaklanmasını bastıran Hareket Ordusunun oluşturulmasında her iki şehir de oldukça önemli rol oynamıştır. Bu şehirlerin batıyı en iyi tanıyan, azınlık isyanlarına en yakın, Avrupa görgü ve bilgisi en fazla olan Osmanlı şehirlerinden oluşu, Mustafa Kemal’in siyasal olarak erken olgunlaşmasını sağlamış, bu nedenle de daha çocukluğundan beri kendisini, siyasal faaliyetlerin ve özgürleşme hareketlerinin içinde bulmuştur.

Askeri liseyi bitirdikten sonra Harp Okulu’nu okumak için İstanbul’a gelen Mustafa Kemal, başkentin siyasal ortamından rahatsız olmuştu. Çünkü ülkenin esas unsuru olan Türkler, Osmanlı başkentinde ikinci sınıf bir konuma getirilmiş ve azınlıklar şımartılmıştı. Azınlıkların yasa tanımazlığı, hükümetin bunlara karşı önlem alamayışı, büyük Avrupa devletlerinin İmparatorluğu diledikleri gibi yönlendiriyor oluşu O’nu hem üzmüş, hem de gelecekte nelerin yapılabileceği konusunda düşünmeye sevk etmişti. Bu nedenle daha harp Okulu sıralarında iken, ülkenin geleceğine ilişkin arkadaşları ile birlikte bazı siyasal faaliyetlerde bulunmuştu.

Mustafa Kemal Harp Okulu ve arkasından da Harp Akademisi’ni bitirdikten sonra, ilk subaylık görevine 1905 yılında Şam’da başlamıştı. Orada kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, kendisi Makedonya’ya naklolduktan sonra İttihat ve Terakki ile birleşmişti. 31 Mart Ayaklanması bastırıldıktan sonra, silahlı kuvvetlere mensup kişilerin siyasal faaliyette bulunması askeri darbelere yol açtığı için siyaset yapacak kişilerin ordudan ayrılması gerektiğini savunmuş ve bu yüzden İttihat Terakki ile fikir ayrılığına düşüp Cemiyetten ayrılmıştı.

Birinci Dünya Savaşı’nda Mustafa Kemal, dünya askerlik tarihinde önemli bir yeri olan ünlü Çanakkale Zaferini kazanmış ve Savaşın en büyük planlarından biri olan “Müttefik ordularının boğazlardan geçip, Rusya’ya yardım iletme” girişimlerine engel olmuştu.

Daha sonra kısa bir süre için, o zaman veliaht olan Vahdettin ile birlikte Almanya’ya gitmiş, oradan döndükten sonra da Doğu cephesine atanmıştı. Buradaki çalışmaları sırasında, Doğudaki, “aşiret reisi, toprak ağası ve tarikat şeyhi” üçlüsü ile halk arasındaki ilişkileri görüp tanıma olanağını bulmuştu. Çarlığın devrilmesinden sonra SSCB ile, Brest Litovsk Antlaşması imzalanarak doğu cephesi kapandıktan sonra Mustafa Kemal, 16 Ağustos 1918 tarihinde Suriye’deki 7. Orduya nakledilmiş, daha sonra da Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına atanarak Adana’da bulunan bu ordunun karargahına yerleşmişti.

Adana’da bulunduğu sırada M.Kemal Ali Fuat Paşa’ya, “Bu koşullarda Osmanlı Devleti’nin nasıl kurtarılacağını değil, yıkılan bu devletin içinden milli bir devletin nasıl kurulacağını düşünmek gerektiğini” belirtmişti.

Mustafa Kemal cepheye, Müttefiklerin Osmanlı ordularını tamamen imha planını uygulamaya başladıkları sırada gelmişti ve aslında yapılacak hiçbir şey kalmamıştı. O yine de dağınık haldeki Türk birliklerini toparlayıp, Türk çoğunluğu olan bir noktaya çektikten sonra İngilizlere karşı yeni bir direniş hattı oluşturmayı düşünüyordu, fakat Yıldırım Orduları’na atandığında zaten Ateşkes imzalanmıştı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...