Ana içeriğe atla

Batı Anadolu Kongreleri

İzmir Kongresi

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın en önemli ve hareketli bölümünü oluşturan Batı Anadolu, yerel kongre çalışmaları yönünden de yoğunluklu ve hareketli geçmişti. İzmir’in Yunanlılara verileceği duyumları alınınca yukarıda da değinildiği gibi, 13 Mart 1919’da İzmir’de bir toplantı düzenleyen İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Bölgenin nüfus çoğunluğunun Türk olduğunu ve Wilson Genelgesine göre Yunanistan’a verilemeyeceğini savunmuştu. 17-19 Mart tarihleri arasında, çok sayıda yerel yönetim temsilcisinin katıldığı büyük kongrede 15 kişilik bir temsilciler kurulu oluşturulmuş ve ordu ile işbirliği edilerek Yunan işgal güçlerine, silahla karşı konulması kararlaştırılmıştı.

Birinci Balıkesir Kongresi

İzmir’in işgali haberi Balıkesir’de büyük tepkilere yol açmıştı Çeşitli miting ve toplantılarla olay protesto edilmiş, ayrıca İstanbul’a bir protesto telgrafı çekilmişti. 18 Mayısta Redd-i İlhak Cemiyeti kurulup, şehir halkı adına karar yetkisine sahip bir komite oluşturulmuştu. Bu komite bir yandan İstanbul ile ilişki kurup işgallere karşı girişimde bulunurken, bir yandan da halkı silahlandırarak Kuva-i Milliye birlikleri oluşturmaya başlamıştı. Bu gelişmelerden sonra 28 Haziran-12 Temmuz 1919 tarihleri arasında Hacim Muhittin (Çarıklı)’in büyük çabasıyla Balıkesir dışından da delegelerin katıldığı bir kongre toplanmıştı. İstanbul Hükümetinin engelleme çalışmalarına rağmen toplanan bu kongre, Bölgedeki savunma çalışmalarını yürütmek üzere bir Örgüt Yönetim Kurulu oluşturmuştu.

İkinci Balıkesir Kongresi

Birinci Balıkesir Kongresinde oluşturulan kurul örgütlenme çalışmalarını çevre ilçelere de yaymış ve 26-30 Temmuz tarihlerinde çevre örgütlerden gelen delegelerle Balıkesir’de ikinci bir kongre toplamıştı. Bu Kongrede Balıkesir Redd-i İlhak Komitesinin adı Harekat-ı Milliye ve Redd-i İlhak Komitesi Merkezi şeklinde değiştirilerek hareket, Balıkesir sınırları dışına çıkarılıp, Balıkesir merkezli bir ulusal harekete dönüştürülmek istenmişti. Kendisini bir hükümet organı gibi gören Kongre Yunan işgaline karşı Bölgede seferberlik çalışmalarını üstlenerek, cephelerin cephe gerisinden desteklenmesi için Menzil Müfettişlikleri oluşturmuştu. Ayrıca cepheye gönderilen asker ve subaylara maaş ödenmesi, asker kaçaklarının cezalandırılması gibi kararlar kabul eden Kongre Padişah’a, hükümete ve müttefik temsilciliklerine hiçbir siyasal partiyle ilişkisinin olmadığını, Halife/Sultana sonuna kadar bağlı olduğunu ve yalnızca haksız işgale karşı olduğunu belirten birer telgraf göndermişti. Buna rağmen hem hükümet, hem de Padişah bu gelişimi çok tehlikeli bulmuş ve dağıtılması için yerel yöneticilere emirler vererek önderlerin tutuklanmasını istemişlerdi. Bütün bu baskılara rağmen Bölgede çok büyük bir ulusal direnç sağlamış ve Eylül başlarında yeni ve daha geniş bir kongrenin yapılası kararlaştırılmıştı.

Üçüncü Balıkesir Kongresi

İkinci kongrede alınan karar gereğince 16-22 Eylül tarihleri arasında yine Hacim Muhittin’in başkanlığında üçüncü Balıkesir Kongresi toplanmıştı. Bölgesel örgütlenmeler üzerinde durulan bu kongrede cephe komutanlıklarına ve menzil müfettişliklerine atamalar yapılmıştı. Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal’in önerdiği Büyük Anadolu Kongresi’ne katılacak delegelerin seçilmesi önerisi Kongre’de tartışılmış ve seçim yapılamayarak her sancağın kendi delegesini seçmesi kararlaştırılmıştı. Balıkesir Merkez Heyeti adına İstanbul’a gönderilen temsilcilere İçişleri Bakanı Adil Bey, Yunanlılarla mücadele eden redd-i ilhak komitelerinin, siyasal amaçlar peşinde koşan Sivas Kongresi ile hiçbir ilişkilerinin bulunmadığını açıklamaları halinde her türlü yardımın yapılacağını vaat etmesine rağmen bu istek reddedilmişti.

Balıkesir Merkez Heyeti “İzmir’e Doğru” adlı bir de gazete çıkarmıştı.

Dördüncü Balıkesir Kongresi

Balıkesir Merkez Heyeti Sivas Kongresi’nde oluşturulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne hemen katılmayıp, ayrı örgüt olarak çalışmalarını bir süre daha sürdürmüştü. Nitekim bu örgüt 20 Ekimde Balıkesir’de yeniden bir kongre toplanacağını duyurması üzerine Mustafa Kemal, Sivas Kongresi’nden sonra buna gerek olmadığını bildirmişti. Bunun üzerine Sivas ile Balıkesir arasında bu konuda yazışmalar olmuş, bu nedenle kongre gecikmeli olarak toplanabilmişti. Kongrede örgüt Müdafaa-i Hukuk adını kabul etmiş, Kongreden sonra Kasım 1919’da da Anadolu Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine katılmaya karar verilmişti.

Birinci Nazilli Kongresi

Yunan birliklerinin Nazilli’yi ikinci kez işgal etmelerinden sonra Yunan işgal güçlerine karşı savaşan bazı çetelerin düzensiz hareketleriyle halkı rahatsız ettikleri bu durumun savunma eylemini zayıflattığı görülmüştü. Bunun üzerine Galip Hoca adıyla bilinen Mahmut Celal (Bayar) bu çetelerden biri olan Demirci Mehmet Efe’nin yanına giderek Onu zararsız hale getirmeye çalışmıştı. Daha sonra direnişçiler arasındaki bu tür olumsuzlukların giderilmesi amacıyla Nazilli Heyet-i Milliyesi bir kongre düzenlemişti. Çevreden gelen 20 kadar delegenin katıldığı kongre 6-9 Ağustos tarihleri arasında sürmüş, Yunan işgal ve baskılarına karşı mücadele edilmesine ve bu konuda Hükümete yardımcı olunmasına karar verilmişti. Ayrıca Nazilli’de bir Yönetim Merkezi oluşturularak, çevre ilçelerde buna bağlı şubeler açılmasına karar verilmişti.

İkinci Nazilli Kongresi

Alaşehir Kongresinde Nazilli Bölgesi örgütlenmesini yürütecek bir merkez heyeti oluşturması kararlaştırılmış ve bu amaçla 19 Eylülde İkinci Nazilli Kongresi toplanmıştı. Bu Kongrede Alaşehir Kongresinde alınan kararlar benimsenmekle birlikte, Nazilli Merkez Heyeti’nin de kendine özgü yetkilerinin olması kararlaştırılmıştı. Sivas Kongresinde seçilen Temsilciler Kurulu’nun, İstanbul Hükümeti ile haberleşmenin kesilmesi kararı hakkında geniş bilgi almak için Sivas’a temsilciler gönderilmiş ve bu kurul ile ilişkiler geliştirilerek kara büyük ölçüde uyulmuştu.

Alaşehir ve Diğer Batı Anadolu Kongreleri

Alaşehir-Uşak Bölgesi direniş hareketi ile Aydın-Denizli Bölgesi direniş hareketi arasında işbirliği sağlanmadan Yunan işgal güçlerine karşı başarılı bir mücadele vermek olanaklı değildi. Sıcak ilişki kurmamak dağınıklığa ve örgütler arasındaki görüş ayrılıklarının derinleşmesine de yol açıyordu. Bu nedenle aynı amaca yönelik örgütleri birleştirmek için Alaşehir’de, Balıkesir Hareket-i Milliyesi’nin öncülüğünde 16 Ağustosta ortak bir kongre düzenlendi. Tüm Batı Anadolu’yu içerecek biçimde geniş tutulmasına rağmen katılım Balıkesir Kongrelerini geçmemişti. 10 gün süren Kongre çalışmaları sona ererken: Bölgeden işgal güçleri çıkarılıncaya kadar savaşımın sürdürülmesi, cepheler ve direniş örgütleri arasında işbirliği sağlanması, İstanbul Hükümeti ve Müttefikler katında girişimlerin sürdürülmesi gibi önemli kararlar alındı. Bu kararları yürütmek üzere bir Merkez Karar Komitesi oluşturuldu, ayrıca cepheler arasında ortak bir komutanlığın oluşturulmasına karar verilerek Kara Vasıf ortak komutanlığa atandı.

Aynı tarihlerde Alaşehir’den başka Uşak ve Afyon’da da kongreler yapılarak, her biri kendi bölgesinin savunulmasına ilişkin kararlar alıp yönetimler oluşturmuştu. Yunan işgal güçlerine karşı halkın örgütlenmesinde ve Kuva-i Milliye birliklerinin oluşmasında oldukça önemli bir rol oynayan Batı Anadolu kongrelerinin oluşturduğu askeri ve sivil örgütler 1920 yazında tümüyle TBMM’nin denetimine girmişti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...