Ana içeriğe atla

Salih Paşa'nın İstifası; Damat Ferit Paşa'nın Yeniden Hükümeti Kurması

Padişah, Ali Rıza Paşa istifa ettirildikten sonra o günkü koşulların zorlamasıyla Salih Paşa’yı istemeyerek görevlendirmişti. İşgal olayından sonra da Müttefiklerin çok güçlü olduklarını, Onlara karşı hiçbir şey yapılamayacağını, dolayısıyla Onların arzuladığı en uygun hükümetin kurulması gerektiğini düşünmüştü. Seçimleri boykot ederek bir süre İstanbul siyasetinin dışında kalan Hürriyet ve İtilaf Fırkası da Salih Paşa Hükümetinden umduğunu elde edemeyince desteğini tamamen çekmiş ve İngilizlerin istediği bir hükümet kurularak kendisinin yeniden iktidara geleceği beklentisi içine girmişti. Müttefikler Temsil Heyetinin Anadolu’daki girişimlerine karşı İstanbul’da gazeteci, yazar ve siyasetçilerden oluşan yeni bir tutuklama hareketine girişmişlerdi. Her yeni tutuklama Padişahın biraz daha ödün verici siyasete yönelmesini sağlıyor ve İngilizlerin isteğini daha kolay yerine getiriyordu.

İstanbul siyasetine tümüyle egemen olmak isteyen Müttefikler 26 Mart 1920’de İstanbul Hükümetine bir nota vererek, Anadolu’daki Ulusal Hareketin “isyan” diye nitelenmesini ve ona göre önlem alınmasını istediler. Salih Paşa, olumsuz sonuçlar doğuracağını öne sürerek böyle bir suçlamaya yanaşmadı, fakat Onların isteklerini tümüyle de reddetmeyip bazı önlemlerin alınmasını uygun buldu. Bu durumda Temsilciler Kurulu da, işgal güçlerine karşı ödün verici bir siyaset izleyen Salih Paşa Hükümetine verdiği desteği tamamen çekti. Salih Paşa sözü edilen heyeti Ankara’ya göndererek, iktidarda kalmak için Temsilciler Kurulundan destek sağlamaya çalıştı. Fakat Müttefiklerin isteğini yerine getirmeyen Salih Paşa’yı Padişah çoktan gözden çıkarmış ve 24 Martta Ferit Paşa’ya görevi vermişti. Ankara’ya giden heyet İstanbul’a bir daha dönmeyip Ulusal Harekete katılmış, Salih Paşa da 2 Nisanda istifasını sunmak zorunda kalmış ve 5 Nisanda da Ferit Paşa, kabinesini açıklamıştı.

8 Nisanda Ferit Paşa Hükümeti Padişah tarafından onaylanmış ve İngilizlerin hiçbir isteğini geri çevirmeyecek bir ekip Osmanlı Ülkesinin yönetimini üstlenmişti. İngilizlerin sadrazam adayı eskiden beri Ferit Paşa idi. Nitekim ortada hükümet değişikliği sözü edilmezken, İstanbul’un işgalinden sonra İngiliz temsilcileri yaptıkları değerlendirme sonucunda kendi Dışişlerine, Padişahın İstanbul’daki ulusalcıların tutuklanmasından hoşnut olduğunu ve Ferit Paşa’yı yeniden sadrazamlığa getireceğini bildirmişlerdi. Böylece Ulusal Harekete yüz vermeyen Padişah tamamen İngiliz siyasetinin egemenliğine girmişti. Artık Anadolu’da yeni Meclis açmaktan ve yeni bir yönetim oluşturmaktan başka çare kalmamıştı.

Ferit Paşa Hükümeti’nin İlk Girişimleri


Müttefiklerin, Anadolu Kurtuluş Hareketini “isyan” olarak niteleyip ona göre önlem alınması isteğini Ferit Paşa hemen yerine getirecekti. Nitekim Padişah da kabineyi onaylarken, Hükümetten neler istediğine ilişkin sunduğu Fermanında “halkı kışkırtan Millicilerin isyanına” karşı önlem alınmasını isterken, Ulusal Hareketi zaten “isyan” olarak nitelemekteydi. Padişah yeni Hükümetten ayrıca, millicilerin kandırdığı kişiler için af uygulanması, asayişin sağlanması için ivedi önlemlerin alınması, barışın imzalanması için Müttefiklerle dostça ilişkilerin kurulması, halkı rahatlatacak ekonomik ve toplumsal önlemlerin alınması gibi isteklerde de bulunmuştu.

Kabinesi onaylandıktan sonra İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Robeck’i ziyaret ederek Ondan kendisine yardımcı olmasını rica eden Ferit Paşa, Anadolu’daki bazı unsurları Padişahın fermanını kullanarak kışkırtıp Ulusal Harekete karşı ayaklanmalar çıkartmıştı. Nihayet 10 Nisan 1920 tarihinde kabinenin Şeyhülislamı Dürrizade Abdullah Efendi ünlü fetvasını yayınlayarak Müttefiklerin isteklerini fazlasıyla yerine getirmişti. Fetvada, halktan zorla asker ve para toplayan bozguncuların Halifeye ve şeriata karşı ayaklandıkları, Padişahın atadığı görevlilere iş yaptırtmadıkları, başkent ile ülkenin irtibatını kestikleri ve ortalığı karıştırıp asayişi bozdukları belirtildikten sonra, dinen bunların katlinin meşru olduğu, onlarla savaşmanın sevap olduğu ve bu uğurda ölenlerin şehit kalanların gazi olacakları belirtilmişti. Olayın diğer bir ilginç yönü, Padişahın Fermanı ile Şeyhülislamın Fetvasının çoğaltılarak İngilizlere ait iki uçakla Anadolu’ya havadan dağıtılması olmuştu. Bunun sonucunda da birçok ayaklanma çıkmıştı. Müttefikler artık hazırladıkları barış projesini Ferit Paşa Hükümetine kabul ettirebilirlerdi.

Fakat belirtildiği gibi, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan, Osmanlı Başkenti teslim olduğu taktirde yeni bir ulusal organ kurulabileceği kararını Temsilciler Kurulu hayata geçirmesi gerekiyordu. Gerçekten de Temsilciler Kurulu ulusal iradeyi egemen kılacak yeni bir Meclis oluşumuna yönelmişti. İngiliz tutuklamasından kurtulup Ankara’ya gelen milletvekilleri yeni açılacak Meclisin milletvekili idiler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...