Ana içeriğe atla

Müdafaa-i Hukuk ve Kuvva-yı Milliye'nin Ortaya Çıkışı

Mondros’tan sonra başlatılıp sürdürülen işgaller ve Paris Konferansı’nda alınan kararlar Müttefiklerin amacının, Türklerin siyasal bağımsızlıklarını tümden yok etmeye yönelik olduğunu göstermişti. Osmanlı Padişahı ve Hükümetinin ise Müttefiklerden sağlayabileceği küçük hak ve çıkarlarla varlığını sürdürmeye çalıştığı anlaşılmıştı. Öz vatanlarına yönelik bu kasıtlar karşısında ülkenin her yerinde direnişler başlamıştı. Bu direnişleri sürdürebilmek için örgütlenmek, dayanışmak ve silahlanıp halk desteğini sağlayarak her türlü tepkiyi göstermek gerekiyordu. Bu nedenle nerede işgal başlamışsa orada direniş ve örgütlenme başlamış, hatta çoğu yerde daha işgal olmadan önce alınan duyumlar üzerine harekete geçilerek önlem yolları aranmıştı.

Halkın işgal karşısında gösterdiği direniş gücüne Kuvva-yı Milliye (ulusal güç ve irade), ulusal güç ve iradenin yaptığı eyleme de Müdafaa-i Hukuk (hakkın, hukukun savunulması) denilmişti. Kuva-i Milliye kimi yerde silahlı direnişler, kimi yerde örgütler, kimi yerde mitingler, gazete, bildiri ve broşürlerle protesto etme, milis güçler oluşturup şehirleri savunma, Müttefikler katında olayı protesto etme, sürmekte olan barış konferansına raporlar sunma, işgal edilen yerlerin Türk nüfusa ait olduğunu çeşitli dayanaklarıyla kanıtlamak ve savunma önlemlerini görüşmek için kongreler düzenlemek gibi farklı biçimlerde ortaya çıkmıştı. Bunların hepsi Kuvva-yı Milliye’nin yani ulusal güçlerin işgale karşı yaptığı Müdafaa-i Hukuk, yani hakları koruma ve savunma eylemleriydi. Dolayısıyla işgale karşı kurulan örgütlerin çoğunun adında müdafaa-i hukuk, müdafaa-i vatan, muhafaza-i hukuk, redd-i ilhak gibi kavramlar kullanılmıştı. Hak ve hukukun savunulması insanın doğası gereğiydi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...