Ana içeriğe atla

Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'dan Erzurum'a Kadar Olan Mücadelesi

Samsun ve Havza’daki Çalışmaları: Mustafa Kemal Samsun’a geldiğinin ertesi günü Sadrazam Ferit Paşa’ya bir telgraf çekerek, İzmir’in işgaline karşı halkın tepki içinde olduğunu bildirdi. Bölgedeki yetkililerle görüşüp genel bir durum değerlendirmesi yaptı ve Büyük Nutku’nun ilk sayfalarında belirttiği gibi manzara-i umumiyenin bozuk olduğunu gördü. İstanbul’a bu genel durumla ilgili bir rapor göndererek, Bölgede 40 kadar Rum çetesinin eylem halinde olduğunu, bunların çapul ve saldırıları nedeniyle can ve mal güvenlikleri kalmayan Türklerin de, kendilerini savunmak için 13 kadar çete oluşturduklarını, Rumlar eylemlerinden vazgeçmedikleri sürece Bölgedeki olayların dinmeyeceğini bildirdi.

Samsun’dan gelen bu ilk raporlar kabinede görüşüldüğü zaman, Mustafa Kemal’in Bölgede asayişi sağlanacağı inancı yaratmış ve sevinçle karşılanmıştı. Dolayısıyla bu ilk yazışmalarda 9. Ordu Müfettişliği ile Hükümetin ilişkileri çok düzenli gelişmişti. Fakat bu fazla uzun sürmedi.

Mustafa Kemal bir raporunda İngilizlerin Samsun’a haksız yere çıktıklarını belirttiği halde, Sadrazam Damat Ferit Paşa Ateşkes’in 7. Maddesi gereği çıktıklarını belirtmiş ve ilk görüş ayrılığı da bu şekilde başlamıştı. Mustafa Kemal’in çalışmalarıyla ilgili gelişmeleri öğrenen İngilizler Onun çalışmalarına engel olmak istediler. İngiliz Amirali Calthorpe 21 Mayısta bir nota vererek Osmanlı hükümetinden, dağıtılan 9. Ordu’nun niçin yeniden kurulduğunu sordu. Hükümet, bölgede asayişi sağlamak amacıyla bu ordunun yeniden kurulduğu yanıtını verdi

Samsun’a çıktıktan sonra halktan çok sayıda yakınma alan Mustafa Kemal İngiliz gizli servis elemanlarının etkin olduğu Samsun’da rahat çalışamayacağını anlayıp 25 Mayısta, halkla daha iç içe olabileceği Havza’ya geldi. Rahatsızlığından dolayı Havza Kaplıcaları’nda dinlenmek istediğini bildirerek karargahını buraya kurdu. 28 Mayısta Havza Genelgesini kaleme alıp gizlice yayınladı ve direniş örgütlerinin birleşmelerini, her yerde müdafaa-i hukuk yapılmasını, herkesin istek ve önerilerini telgraflarla İstanbul’a duyurmalarını istedi. 12 Haziranda Havza’dan Amasya’ya gelip Belediye binasının balkonundan halka bir söylev vererek aynı görüşlerini yineledi. Bunun üzerine Anadolu’dan İstanbul’a gelen telgraflar çoğalınca Hükümet Mustafa Kemal’den bunun nedenini sordu, O da bunun “milletin içten gelen arzusu” olduğunu bildirdi. Doğu Anadolu’ya gönderdiği yazı ile de yetkililerin Ermeni eylemlerine dikkat etmelerini istedi. Mustafa Kemal İstanbul’daki gelişmelerle de ilgilenmiş, komutan ve valilerden Paris Konferansıyla ilgili isteklerini Hükümete bildirmelerini istemişti. Çünkü bu sırada Müttefikler Osmanlı delegesinin Paris Konferansına katılmasını kabul etmişlerdi, fakat Konferansa katılmak üzere Ferit Paşa başkanlığında oluşturulan heyetten Mustafa Kemal umutlu değildi.

9 Haziranda Merzifon’da bir miting yapılarak Bölgedeki yetkili İngiliz Subayı Hurst protesto edildi. Bu gelişmeler üzerine 9.Ordunun bütün bu faaliyetlerini izleyen İngilizler Osmanlı Hükümeti’nden, Bölgedeki karışıklıkların çıkmasına neden olan Mustafa Kemal’in görevine son verilmesini istediler. Bunun üzerine de Hükümet Onu geri çağırmaya karar verdi ve Harbiye Nazırı Şevket, hemen İstanbul’a dönmesini istedi. Ayrıca 9. Ordu lağvedilerek Mustafa Kemal 3. Ordu Komutanlığına getirildi. Kendisi İstanbul’a dönmesi halinde İngilizlerin tutuklatacaklarından endişe duyuyordu, zaten başlattığı hareketi de bu aşamada bırakamazdı, bu nedenle de dönmedi. O daha önce görevden alınan 7. Ordu Komutanı Ali İhsan ve 9. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşalar gibi harcanmak istemiyor, kendine yakın kişilerin yardımıyla mümkün olduğunca görevini sürdürmek istiyordu. Bu düşüncesini görüş birliği ettiği arkadaşlarına iletmiş, hatta Padişaha da bir yazı göndererek İstanbul’daki görüşmelerini anımsatıp, Hükümetin tutumunu eleştirmiş ve sonuna kadar milletle birlikte mücadelesini sürdüreceğini bildirmişti.

Bunun üzerine Hükümet, Anadolu’daki işgal karşıtı eylemlerin yanlış olduğunu, Osmanlı Devleti’nin yeni bir savaşa giremeyeceğini, dolayısıyla direniş örgütlerinin gerekirse zorla yola getirileceklerini bildirdi. İçişleri Bakanlığının emriyle, Ermeni projesine karşı çıkan Erzurum ve Van valileri görevden alındı, Posta teşkilatına verilen emirle de İstanbul’a protesto telgraflarının gönderilmesi yasaklandı. Hükümetle arası gerginleşen Mustafa Kemal, “kamu vicdanının ve tarihin bu sorumsuzlukları affetmeyeceğini” belirtip, Bölgesindeki komutan ve valilerden yasaklara uymamalarını istedi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...