Ana içeriğe atla

İşgallere Karşı Tepkiler; Meclis-i Mebusanın Sonu

Telgrafçı Hamdi Bey işgal olayını merkez telgrafhanesindeki odası işgal edilinceye kadar Ankara’ya bildirmeye devam etmişti. Olaylar M .Kemal’in tahmin ettiği biçimde geliştiği için hangi durumda ne yapılacağına önceden karar verilmiş ve Temsilciler Kurulu İşgale karşı etkin önlemler almıştı. Bu kapsamda:

1. İşgal Komutanlığının İstanbul’dan illere gönderdiği Ulusal Hareketin durması yolundaki bildirisi üzerine halkın galeyana kapılıp Hıristiyan halka karşı olumsuz davranışlara yönelmemesi için, bir genelge yayınlayan Temsilciler Kurulu Hıristiyanlara karşı iyi davranılmasını istemiştir,

2. Ali Fuat Paşa Geyve Boğazını tutup İngiliz güçlerinin Anadolu içlerine girmesini önledikten sonra kolordu komutanlıkları Müttefiklerin Anadolu’daki denetim subaylarını ve askerlerini tutuklatmışlardır,

3. Bazı banka ve sandıkların kasaları denetim altına alınmış ve İstanbul’a para akışı önlenmiştir,

4. Temsil Heyetine karşı tavır alabilecek subaylar denetim altında tutulmuştur.

Temsilciler Kurulunun aldığı bu önlemlerden başka bazı yerel Müdafaa-i Hukuk örgütleri ve kolordu komutanları da işgale karşı bazı tepkilerde bulunmuşlardı. I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa, işgal olayından sonra İstanbul’un hükümetsiz kaldığını, ülkenin bir parçası olarak bulunduğu bölgeyi korumak zorunda olduğunu öne sürüp Edirne’de sıkıyönetim ilan ederek Bölgenin yönetimine el koydu.

Kazım Karabekir Ankara ile gerekli ilişkileri kurduktan sonra daha önce Müttefik devletlere karşı Temsilciler Kuruluna yardımcı olacağını bildiren, fakat iki yüzlü tavırları olan İngiliz Subayı Rawlinson’ı tutukladı ve tüm vaatlerine rağmen salıvermedi.

Balıkesir’de 18 Mart günü büyük bir miting yapılarak işgal protesto edildi. Burada görevli Tümen Komutanı Kazım (Özalp) Cafer Tayyar gibi sıkıyönetim ilan ederek yönetime el koydu.

Yurdun her tarafından mitingler, bildiriler ve çeşitli tepkilerle işgal protesto edilirken, İstanbul’daki tepki daha farklı olmuştu. Harbiye Nazırı Fevzi (Çakmak) Paşa İngilizlerin Şehzadebaşı Karakolunu basması olayını protesto etmiş, fakat daha sonra İstanbul’un işgalinin Barış Konferansının kararıyla olduğunu belirterek, güvenliği bozucu davranışlardan kaçınılmasını istemişti. Fevzi Paşa, Anadolu’ya kıdemli bir komutan atayarak tüm komutanların Ona bağladığını, bağlanmayanların yerine yenilerini atayacağını bildirmiş ve Ulusal Hareket yanlısı komutanları etkisiz kılmak istemişti. Fakat bu önlemler Temsilciler Kurulu’nun Anadolu’daki otoritesini kıramamış, Hükümetin emrine uyan komutanlar da Salih Paşa’nın yerine Ferit Paşa Hükümeti kurulduktan sonra hepsi Ulusal Harekete tekrar dönmüşlerdi.

Meclis-i Mebusan'a giren İngilizlerin, milletvekillerinin gözlerinin önünde, Rauf ve Kara Vasıf’ı silah zoruyla tutuklayıp götürmeleri, milletvekillerini Temsilciler Kuruluna daha da yakınlaştırmıştı. Bu olaydan sonra Meclis, toplanma güvenliğinin olmadığını ve bu güvenlik sağlanıncaya kadar toplantılara ara verilmesini kararlaştırmıştı. Padişahın Ayan Meclisi ise, tutuklamaları hoş karşılamamakla birlikte Meclisin toplantılara ara vermesini uygun bulmamıştı.

Bir kısmı tutuklanan ve bir kısmı Anadolu’ya gidip Ulusal Harekete katılan milletvekillerinin kalanları da siyasal yönden pek etkili olamayacaklardı. Buna rağmen zayıflatılmış bir Meclisin varlığını bile istemeyen Padişah, 11 Nisanda çıkardığı bir iradeyle Kanun-ı Esasi’nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak Meclis-i Mebusanı dağıttı. Osmanlı Anayasasına göre 4 ay içinde seçimlerin yapılıp yeniden Meclisin toplanması gerekiyordu, fakat artık hiçbir zaman bu gerçekleşmeyecek Onun yerine Ankara’da yeni bir Meclis açılacaktı.

Sadrazam Salih Paşa ise, işgal güçlerine karşı uysal davranarak hem ülkesini, hem Hükümetini kurtarmayı düşünmüştü, fakat ikisini de koruyamamıştı. Çünkü Salih Paşa Temsilciler Kuruluna, Müttefiklere karşı uysal davranılması gerektiği yolundaki siyasetini kabul ettirmek için milletvekillerinden oluşan bir heyeti Ankara’ya gönderdiği sırada Padişah, Ferit Paşa’yı yeni hükümeti kurmakla görevlendirmişti bile.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...