Ana içeriğe atla

Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın Kuruluşu

17 Aralık 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da ya doğrudan doğruya İttihat ve Terakki’nin adayı olarak seçimi kazananlar veya Cemiyet’e girmek gerektiği inancı ve isteği içinde olanlar toplanmıştı. Ancak bu üyeler arasında bir birlik duygusu yoktu. Böyle bir tablo içinde ayrı ayrı siyasal grupların oluşması kaçınılmazdı. Ancak Hürriyet ve İtilaf Fırkası kuruluncaya kadar, İttihat ve Terakki’ye muhalif olarak kurulan siyasal partilerin hiç biri Cemiyet’in ürkeceği bir güce sahip olamamışlardır. Bunların siyasal hayatımızda farklı siyasal düşünceleri sergilemekten öteye bir işlevlinden söz etmek mümkün değildir.

Bu kuruluşlar; merkezi Paris’te bulunan ve Şerif Paşa’nın ismiyle anılan “Islahat-ı Esâsîye-i Osmaniye Fırkası” (1909 Sonu), yurt içinde ise “Osmanlı Demokrat Fırkası -Fırka-yı İbad-” (16 Şubat 1909), “İttihad-ı Muhammedi Fırkası” (5 Nisan 1909), Arnavut ve Arap mebuslarının kurucu ve egemen olduğu “Mutedil Hürriyet perveran Fırkası” (Kasım 1909), bünyesinde daha çok ulemanın toplanmış bulunduğu “Ahali Fırkası” (21 Şubat 1910) ve romantik bir sosyalizm özlemcisi İştirakçi Hilmi’nin kurduğu “Osmanlı Sosyalist Fırkası” (1910) olarak sıralanabilir. Bu partiler aynı zamanda bir muhalefet birikimini de simgelemektedir. Meclis içinde ve dışında bulunan İttihat ve Terakki karşıtlarının bir çatı altında toplanması ise 21 Kasım 1911’de Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurulmasıyla sağlanmıştır

Fırkanın kuruluş tarihinin son derece karışık bir bunalım dönemine rastlaması ilginçtir. Fırkanın kuruluşundan birkaç hafta önce İtalya Trablusgarb’a saldırmıştır. Parlamento karışıklık içindedir. İstifa eden Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın Divan-ı Alî’ye verilmesi istenmektedir. İttihatçıların 1908 İhtilali’nden hemen sonra değiştirmek istedikleri Sait Paşa sekizinci kez sadarete getirilmiştir. Bu koşullar İttihat ve Terakki’ye muhalefette birleşen, fakat çoğu konularda ortak yönleri bulunmayan bir grup milletvekilini muhalif bir fırka kurmaya yöneltmiştir.

Kuruluşundan sonra fırkaya sosyalistlerden eski Osmanlı Ahrar ve Demokrat Fırkaları mensublarına kadar geniş bir yelpaze katılmıştır. Bu yaygın zemine dayanan hareket, İttihat ve Terakki’nin somut uygulamaları karşısında geniş bir muhalefet cephesinin örgütlenmesini gerçekleştirebilmiştir. Bu nedenle İttihat ve Terakki’yi eleştiren hemen her muhalif unsur Hürriyet ve İtilaf Fırkası içinde kendine yer bulmuştur. Yeni parti ilk başarısını İstanbul’da yapılan ara seçimi kazanarak göstermiştir. Muhalefetin Meclis’te güçlenmesi üzerine İttihatçılar Meclis’i dağıtma ve yenileme yoluna gitmişlerdir. Ayrıca yasama karşısında yürütmeyi tekrar güçlendirecek anayasal düzenlemeler yapmak istemişlerdir. Bu durum aydınlar arasında genel bir kırgınlığa ve üzüntüye yol açmıştır. Bu sonuç I. Meşrutiyet Meclis-i Mebusanı’nın kapatılmasına benzetilmiştir. Tevfik Fikret’in bu olay üzerine yazdığı “Doksan Beş’e Doğru” isimli şiiri muhalefet edebiyatının en güzel örneklerinden biridir. Meclis’in feshinden bir gün sonra yazılan bu şiirin ilk beşliği şöyledir:

“Bir devr-i şeameti yine çiğnendi yeminler;
Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi!
Kanun diye topraklara sürtüldü cebinler,
Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi...
Bi-hude figanlar yine bi-hude eninler!”

Yeni seçimler ordu ile içiçe girmiş İttihat ve Terakki örgütünün antidemokratik uygulamaları ve baskısı altında geçmiştir. Tarihe Sopalı Seçim olarak geçen bu seçimler sonucunda muhalefet meclisten dışlanmış ve yeraltına kaymıştır. Bu çoğunluğa dayanan İttihatçılar yeni Meclis’den eskisinin dağıtılmasına neden olan ve yürütmeyi yasama karşısında güçlendiren anayasa değişikliklerini kolaylıkla geçirebilmişlerdi.

Bu sonuç ise muhalefetin yasal yollardan iktidara ulaşma ve kargaşalık çıkarmadan değişiklik yapabilme niyetlerinden vazgeçmelerine yol açacaktı.

Hükümetin başvurduğu Meclis’i dağıtmak, seçimler, anayasa değişiklikleri gibi uygulamalarının hepsi yasal çerçevede yapılmış görünse de, meşrutiyetin ve uygulayıcılarının, yani politikacıların ve özellikle İttihatçıların aleyhinde bir not olmuştu. Bu durum ise kamuoyunda İttihat ve Terakki’ye duyulan güvensizliğin biraz daha artmasına yol açmıştı. Bu nedenle muhalefet 31 Mart’ta olduğu gibi yine ihtilal ve darbe düşünmeye başlamıştı. İttihat ve Terakki’nin hala gizli bir cemiyet olarak yönetimi perde arkasından denetlemeyi sürdürmesi ve bu yüzden bürokrasiye tam olarak egemen olamaması darbecileri umutlandırıyordu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...