Ana içeriğe atla

Birinci Dünya Savaşının Nedenleri

Milliyetçilik düşüncesi, XIX. yüzyılda siyasal platformda etkin hale gelmişti. Özellikle 1860 yılında İtalya ve 1870 yılında Almanya’nın ulusal devletlerini kurmaları Avrupa’da dengeleri bozmuştu. Endüstrileşmenin doğurduğu sömürge paylaşımı sorunu XIX. yüzyılın sonunda Almanya’yı farklı arayışlara itmiştir.

1870 yılından itibaren Avrupa içinde denge arayan Almanya (Bismark dönemi), 1890 yılından sonra (II. Wilhem dönemi) yeni politik oluşumları denedi. Sanayileşmesini tamamlayan Almanya, daha önceden bölüşülmüş olan sömürgelerden pay istemeye başladı. Orta Doğu, Uzak Doğu, Afrika gibi topraklardaki İngiltere/Fransa-Almanya çatışması ciddi diplomatik gerilimleri doğurmuştur.

Avrupa’daki iki coğrafya da önemli bir gerginlik kaynağı idi. Zengin kömür madeni yataklarına sahip olan Alsace-Loraine bölgesini 1871 yılında Almanya, Fransa’dan almıştı. Fransızlar bu durumu hiçbir zaman kabul etmedi ve Alsace-Loraine, Fransa ile Almanya arasında sürekli bir gerginlik konusu oldu. Avrupa’daki ikinci coğrafya ise Balkanlar idi. Bölgenin Slav halkı üzerinde Almanya ve Rusya’nın yoğun bir baskısı vardı. Bu bölge Rusya’nın kuzeyden güneye, Almanya’nın da batıdan doğuya yayılma alanı içinde idi.

Anılan bu çekişmeler sonucunda Avrupa’da, Almanya’nın karşısında İngiltere, Fransa, Rusya ittifakı oluştu. Bunun karşısında Almanya vardı. İki blok arasındaki ilşkiler oldukça sert idi. Çok hızlı bir silahlanma yarışı ve bunun paralelinde diplomatik sertlik bu döneme damgasını vurdu. En küçük diplomatik sorunlar sert protestolaşmalara yol açıyordu. Nitekim Balkanlar’da çıkan bir kıvılcım neredeyse bütün dünyayı içine çeken bir savaşın başlamasına yol açtı. 28 Haziran 1914’te Avusturya veliahdı Arşidük Ferdinand Saraybosna’da bir Sırplı tarafından öldürülmüş, bundan bir ay sonra Avusturya-Sırbistan savaşı başlamıştı. Bu I. Dünya savaşının başlaması demekti.

1914-1918 yılları arasında yapılan ve dünya tarihinin en kanlı savaşlarından biri olan Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu, İttifak Devletleri denilen Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın (Franz Joseph) yanında yer alarak, İtilaf Devletlerine; İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya’ya karşı savaştı. Savaşın ilk yıllarında Karadağ, Sırbistan, Romanya, daha sonraki yıllarında da ABD, Japonya, Yunanistan, Belçika, Portekiz İtilaf Devletlerinin yanında savaşa katıldı. Sömürge durumundaki birçok devlet de dolaylı olarak savaşta görev aldı.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...