Ana içeriğe atla

Tarih Nedir - Niçin Öğrenilmelidir?

Doğa bilimlerinin konusu nasıl doğayı ve doğal olguları çözümleyerek açıklamak ve yasalar çıkarmaksa insan bilimlerinin konusu da tarihi ve tarihsel olguları anlamaya ve değerlendirmeye çalışarak insanlığın zaman içinde geçirdiği serüvenin özünü ve aslını anlamak ve bu deneyimi yorumlayarak geleceğin insanı için yeni düşünceler üretmektir.

Bu bağlamda tarih kavramı insan etkinliklerini ve bu etkinliklerin sonuçlarını, doğal olanın dışında insan tarafından gerçekleştirilmiş ve yaratılmış bulunan kültürleri anlatır. Bu etkinlik önce düşüncede şekillenir, tasarı haline gelir, sonra uygulamaya konularak somut olay ve olgular haline dönüşür. Son olarak bu etkinlikler sözle ifade edilir. Diğer bir anlatımla bu olay ve olgulara, diğer bir anlatım ile kültürlere, gerçek tarih veya yaşanan tarih diyoruz.

Tarihin ikinci bir anlamı daha vardır, o da insanlığın zaman süreci içinde geçirmiş olduğu serüvenden ibaret olan ve yukarıda açıkladığımız gerçek tarih hakkında tarihçilerin yaptıkları araştırmalar sonucunda elde edilen bilgidir. Tarih bilgisi anlatımı yerine burada da kısaca tarih sözcüğü kullanılmaktadır. Tarihçi toplumsal oluşumların nasıl gerçekleştiğini, bu oluşumların nasıl değiştiklerini, nüfus hareketlerini, sosyal eğilimleri, gerilimleri ve olguları, zihniyetlerin dinamiğini, ekonomik ve siyasal çatışmaları anlamaya ve açıklamaya çalışır. T.H. Huxley’in dediği gibi “bilinende sınır vardır, bilinmeyende sınır yoktur. İnsan aklı anlaşılmazlığın engin okyanusunda barınacak bir ada sağlar. Her kuşağa düşen iş, bu okyanustaki adaya biraz daha toprak katarak büyütmektir”.

Böylece elde edilen tarih bilgisi toplumlar veya kültürler arası ve içi ilişkileri aydınlatır ve bunların düzenlenmesine yardımcı olur. Her toplum veya kültür bu ilişkiler içinde var olmakta, değişmekte, dönüşmekte veya yok olmaktadır. Bu konuda elde edilecek bilgiler insanın ve insanın üyesi bulunduğu toplumun yaşamının sürdürmesine yardımcı olmaktadır. Çünkü insanların ve toplumların kimliği bu tarihsel süreç içinde oluşmaktadır.

Böyle bir anlayış tarihi aktörünün insan ve insan grupları olduğunun bilincine varılması anlamına gelir. Tarihi yapan insan ve insanın doğal ve kültürel çevresi ile ilişkileridir. Gerçekten tarihin öznesi insanın kendisidir. Ne var ki sadece kendi kişiliğine, çevresine, üyesi bulunduğu topluma ve dünyaya karşı sorumluluk hissedebilen insanlar tarihin öznesi olabilirler. Bu kavrayış ve bilinçten yoksun olan insanlar ise tarihin öznesi değil nesnesi, diğer bir ifade ile malzemesi haline gelirler; çünkü bu insanlar ve toplumlar insiyatif sahibi olan diğer insanlar ve toplumlar tarafından kullanılırlar.

Bir toplum insanlığın tarihsel deneyimini günümüzün sorunlarının anlaşılması çözümlenmesi için yeniden yorumlamak ve kendi tarihini dünya tarihi içindeki yerine oturtmak yoluyla kazanacağı tarih bilinci sayesinde kendini tanıyabilir; gideceği yönü ve kısa ve uzun dönemli amaçlarını saptayabilir. Toplumun bütün üyelerine bu bilincin kazandırılabilmesi, belirlenen yönelim ve hedeflerin benimsetilebilmesi bireysel ve toplumsal varlığımızın sürdürülebilmesi açısından önemli ve yararlıdır. Bu ise ancak eğitim ve öğretim yoluyla gerçekleştirilebilir.

Yorumlar

  1. TARİHİ FENER B. YAZAR14 Mart 2010 23:26

    gerçekten güzel özellikle de 5. paragrafın sonlarına doğru daha güzel devamını bekliyorum ama birde ezber olmasa şu tarih tadına diyecek yok BAY

    YanıtlaSil
  2. TARİHİ FENER B. YAZAR14 Mart 2010 23:28

    çok güzelmiş

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...