Ana içeriğe atla

Vilayat-ı Şarkıye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti

Mondros Anlaşmasının 24 Maddesine göre Müttefikler Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput ve Sivas’tan oluşan Vilayet-i Sitte Bölgesini gerekli gördüklerinde işgal edebileceklerdi. Müttefiklerin ve Ermeni Patriğinin çalışmaları Bölgenin Ermenilere verilmek istendiğini gösteriyordu. Bu gelişmeler üzerine Doğu kökenli Osmanlı milletvekilleri Meclis içinde Şark Vilayetleri Grubunu oluşturup ortak bir çalışma içine girmişlerdi. Avrupa’nın yetkili çevrelerine yönelik yaptıkları çalışmalarla Doğu Anadolu nüfusunun Müslüman olduğunu ve Ermenilere vermenin haksızlık olacağını savunuyorlardı. Bunlardan Erzurumlu Hoca Raif Efendi ile Diyarbakırlı Süleyman Nazif öncülüğünde bir ekip 4 Aralık 1919’da, Doğu Anadolu’daki Müslüman halkın hukukunu korumak için İstanbul’da Vilayat-ı Şarkıye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti adında bir örgüt kurmuşlardı. Cemiyetin başkanlığına Eski Bitlis Valisi Mahmut Nedim, yönetim kurulu üyeliklerine de Diyarbakır Milletvekili Rasim, eski Beyrut Valisi İsmail Hakkı ve Süleyman Nazif getirilmişlerdi. Cemiyet Hadisat adlı Türkçe, Le Pays (Memleket) adlı Fransızca iki gazete yayınlayarak çalışmalarını sürdürmüştü.

Doğu illerine yönelik İstanbul’daki çalışmalar yetersiz kalacağı için 6 Mart 1919’da örgüt çalışmalarının Doğuya nakledilmesine karar verilmiş ve 10 Martta da Erzurum şubesi açılmıştı. Kuruluş bildirgesinde neye mal olursa olsun Erzurum’un Ermenilere verilmesine karşı çıkılacağı belirtildi. Erzurum şubesi ilk görev dağılımında Hacı Fehmi’yi şube başkanlığına, Cevat Dursunoğlu’nu sekreterliğe, Binbaşı Süleyman’ı da saymanlığa getirmişti. Çalışmalarını çevre il ve ilçelere yayan örgüt 19 Martta yayınladığı bir bildiriyle halkın örgüt çalışmalarına katkı vermesi istemişti. Nisan 1919’da Kazım Karabekir Paşa 15. Kolordu Komutanlığına atandıktan sonra Cemiyetin ordu ile ilişkileri güçlenmiş, Erzurum Valisi Münir Bey’in de desteğiyle Bölgedeki etkinliği iyice artmıştı. Şube Trabzon Muhafaza-i Huku-ı Milliye Cemiyeti ile işbirliği halinde Erzurum Kongresi hazırlıklarını sürdürürken Mustafa Kemal ve Rauf Bey’i Erzurum’a çağırmıştı. Çağrı üzerine Erzurum’a gelen Mustafa Kemal ve Rauf da kongre çalışmalarına katılmışlardı. Erzurum Kongresi’nde bu şube ile Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti feshedilerek ikisinin yerine Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulup başkanlığına Mustafa Kemal seçilmişti. Bu cemiyet de Sivas Kongresinde tüm cemiyetler birleştirilerek oluşturulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine katılmıştı.

Yorumlar

  1. eeeeeee kimse yok mu tek ben mi ders yapıyom

    YanıtlaSil
  2. mrb bende varım

    YanıtlaSil
  3. aman tam doğum günümde atmışsın yorumu he şimdi haberin dahi yoktur bu yorumdan bizde ders yapıyoz merak etme :)))

    YanıtlaSil
  4. 2020 den sa dünyada virüs var dikkat edin

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...