Ana içeriğe atla

Dünyada Laikliğin Gelişimi

Laiklik / sekülarizm Batı toplumlarının ürünüdür. Doğumlarına yol açan etkenler bir çok noktada toplanabilir. Siyasal çelişki bunlardan biridir ve Katolik kilisesi (Papalık) ile ulusal güçler (krallık, aristokrasi) arasında patlak vermiştir. Papalık ile Katolik ülkeler arasındaki etkinlik yarışı, Roma’dan bağımsız kiliseleri doğurdu. Ulusal devletlerin çoğu Papalıkla konkordatolar yani uzlaşmalar yaparak dinsel bağımsızlıklarını kabul ettirdiler: Almanya (1122), Fransa (1516-1801), Bavyera (1817), Hollanda 1827), İspanya, Avusturya, İtalya (Laterano 1929), yine Almanya (1933). Bunlar aynı zamanda, din ve devletin ayrılması ve aralarındaki ilişkilerin düzenlenmesi sözleşmeleridir. Bu nedenle bu uzlaşmalar dünya tarihinde, laikleşme/sekülerleşme çizgisini oluştururlar.

Reform hareketi aslında din içi bir  meydan okumaydı. Ama sonuçta Katolik kilisesinin tek parçalılığını kırdı (Luther, Kalvin, Protestanlık); mezhep ve yorum çeşitliliği yoluyla özgürlüklerin ve çoğulculuğun değirmenine su taşıdı. Laiklik/sekülarizm buradan beslendi. Din kurumuna ve düşüncesine asıl ideolojik saldırı dışardan, din ötesi dünyadan geldi. Rönesans, akılcılık,  kuşkuculuk, aydınlanma, hümanizma, deneycilik gibi akımlar, aklın bayrağını yükselterek dinci ortaçağın karanlıkçılığını sorguladılar. Avrupa 17-18.yüzyılları bu anlamda bir kültür devrimi yaşadı.

Laiklik, bir düşünce sisteminin temelini oluşturmaktadır. Düşünce ise ancak özgürce eğitimle beslenip gelişebilen bir yetidir. Bu yüzden Avrupa’da kilisenin koyduğu kalıplardan dışarıya çıkmaya yönelme, eğitim-öğretimde atılan adımlarla başlamıştır. XI. Yüzyılda İtalya’da arkasından Fransa’da kurulan üniversiteler, kilisenin dinsel eğitimi dışında ilk laik okullar olmuştu. Hümanizm ile başlayan bu akım Rönesans döneminde bilimin ve sanatın dinsel çemberin dışına çıkmasını sağlamıştı. Reformasyon ile de vicdan özgürlüğü kavramı önem kazanmıştı. ABD’nin kuruluşunda yayımlanan Virginia İnsan Hakları Bildirisi ile herkesin “dininin gereklerini vicdanının emrine göre yerine getirmek hakkına sahip olduğu” ilan edilmişti. Dini örgütler ve bağlı oldukları kiliseler devlet bütçesinden pay almamakta, mali olanaklarını kendileri sağlamaktadırlar. Böylece ABD’de devlet, din karşısında bekçi/koruyucu konumuna geçmiş, din ve vicdan özgürlüğünü zedeleyen bir durum baş gösterdiğinde işe karışmaktadır.

Fransız Devrimi’nde ise olaylar başka türlü gelişmiştir. Asil sınıfla birlikte kilisenin ve rahip sınıfının devrim karşıtı bir tutum takınmaları yüzünden ihtilalin başlarında ülkedeki tüm ayrıcalıklar kaldırılmıştı. Devrimin ilkelerini ve amacını belirleyen Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirisi hazırlanırken rahip sınıfından üyelerin savundukları devlet dini kavramı kabul edilmemişti. Sonunda bildiride din ve vicdan özgürlüğü sorusuna düşünce özgürlüğü çerçevesinde yer verilmişti (26 Ağustos 1789): “Hiç kimse, dini bile olsa kanılarından ötürü rahatsız edilmemelidir. Elverir ki onların açığa vurulması, yasaca sağlanan kamu düzenini sarsmasın.” Böylece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması yolunda büyük bir adım atılmıştır. Bu ayırım çeşitli aşamalardan geçerek devletin üstünlüğü ile sonuçlanmıştır. Bildiriden kısa bir süre sonra kilisenin elindeki bütün mallara ulus adına el konulmuştur.

Avrupa’da iki yüz yıllık bir süreçte biçimlenen laiklik kavramında Aydınlanma ile yaygınlık kazanmaya başlayan anlayışın çok büyük etkisi olmuştur. Aydınlanma, bireyi ve aklı ön plana çıkararak akla dayalı felsefelerin doğmasına yol açmış, laiklik de bu felsefe ile birlikte gelişmiştir. Bilimsel ve teknik alandaki yeni buluşlar ve ilerlemeler de bu gelişmeye katkıda bulunmuşlardır.

Kapitalizmin ve ulusal burjuvazilerin doğumu, bunların emekçi sınıflara öncülük ederek feodal, aristokratik, monarşik ve dinsel yapıların üzerine yürümeleri, bu çelişkinin özü ve özetidir. Ortaçağdan süzülen baskıcı, ayrıcalıklı, hiyerarşik, feodal yapıların ideolojik payandası din kurumu ve ideolojisiydi. Kapitalizmin önünü açmak isteyen burjuvaziler, emekçi sınıfların özgürlük ve eşitlik özlemlerini peşlerine takarak, burjuva demokratik devrimlerini gerçekleştirmişlerdir.

Bu devrimler mutlak monarşileri ya sınırladılar; meşruti monarşiler, ya da yıktılar; burjuva cumhuriyetler böylece ortaya çıktı. Egemenliğin ya da iktidarın böylece laikleştirilmesi/dünyasallaştırılması Tanrı’nın mutlak monarkların, dinin ve ruhbanın, siyasetteki egemenliklerine de son verilmesi demekti. Dokunulmazlık ve kutsallık kavramları artık insanla, bireyle ilişkilendirilmişti. Modern demokrasiler böyle doğdu. Laik (akli) hukuk standartlaştırılması bunun başka bir boyutudur. Sonuçta, burjuva demokratik devrimleri kilise/devlet, din/devlet, ya da din/dünya işleri ayrılığına oturtulmuştur.

Böylece Batı tarihinde Din/devlet ilişkileri hep aynı biçimlerde oluşmamıştır. Yukarıda belirtildiği gibi tarihi süreç içinde bu konuda iki model ortaya çıkmıştır: Laikleşme ve sekülerleşme. Fransa laikleşme modeline iyi bir örnek oluşturmuştur. Bu ülke hemen her alanda çatışmalı ve devrimci bir süreç yaşadı. Din ve devlet ilişkileri de bundan payını aldı. Devrim sonrasında kilise mülkleri millileştirildi, din adamları anayasaya sadakat borcu altına sokuldu ve devlet memuru haline getirildi. Daha sonra papalıkla bir sözleşme yapıldı. Kilise devlet kontrolü altına alındı; atamalar, aylıklar, din öğretimi tamamen devletin yetkisine verildi.

Sekülerleşme modelinde ise devlet ve din ilişkileri daha anlaşmalı bir tarzda yürütüldü. Ulusal kiliselerin ortaya çıkmasından itibaren (İngiltere’de 15. Yüzyıl), bunların ve dinselliğin özerkliği kabul gördü. İngilizce ve Almanca konuşulan ülkeler başta olmak üzere, pek çok ülkede sekülerleşme devrimci değil, evrimci bir süreç yaşadı. Bunun sonuncunda din kurumu ve ideolojisiyle çatışmacı değil, uzlaşmacı bir politika temel alındı.

Bu iki ana modelin din ve devlet ilişkilerine getirdikleri yapılanmalar farklı, ulaştıkları sonuçlar ise aynı olmuştur. Din kurum ve ideolojisinin devlet katından ve büyük çapta toplum hayatından geri çekilişi; siyasal, kamusal, toplumsal, ahlaksal ilişkilerde dünyasallaşmayı beraberinde getirmiştir. Bu anlamda model ne olursa olsun, Batı toplumlarında din, esasta bireysel ve vicdani bir tercih işi durumuna gelmiştir. Batı devletlerin anayasalarına bakıldığında da bu görülür. Çoğu ülkede resmi din yoktur (ABD, Almanya, Belçika, Hollanda, İsviçre vb.), kimi ülkelerde de, Fransa olduğu gibi, Laiklik anayasalaştırılmıştır.

Yorumlar

  1. Dünyada Laikliğin Gelişimi | İnkılap Tarihi...

    Laiklik/sekularizm Bati toplumlarinin urunudur. Dogumlarina yol acan etkenler bir cok noktada toplanabilir....

    YanıtlaSil
  2. Dunyada Laikligin Gelisimi...

    Laiklik/sekularizm Bati toplumlarinin urunudur. Dogumlarina yol acan etkenler bir cok noktada toplanabilir....

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...