Ana içeriğe atla

Türkiye NATO’da

ABD, Truman Doktrini ve Marshall gibi Sovyet yayılmasını önleyici ilk önlemlerden sonra, yine aynı amaçla 4 Nisan 1949 tarihinde Washington’da  12 Batılı ülke arasında (Belçika, Kanada, Fransa, İngiltere, İtalya, Portekiz, İrlanda, Hollanda, Lüksenburg, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka, ABD) imzalanan NATO yani Kuzey Atlantik İttifakını oluşturmuştur. Dünyada yeni bir barış düzeninin oluşturulması için artık Sovyetlere güven kalmamıştır.1948 yılında Pray darbesi sonucu Çekoslovakya Sovyetlerin etki alanına girmiş, bunun üzerine 17 Mart 1948’de İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, ve Lüksenburg Brüksel’de Batı Avrupa Birliğini oluşturmuşlardır. Sovyetlerin Berlin çıkarmalarından sonra, ABD senatosu üyelerinden Arthur H. Vanderberg, Amerika’nın güvenliğini ilgilendiren ve karşılıklı yardıma dayanan,bölgesel ve diğer ortak anlaşmalara katılmayı önerdi. Bu önerinin Amerikan Senatosunda kabulünden sonra; ABD, Kanada ve Batı Avrupa ülkeleri ile çabucak ilişkiye geçerek NATO’yu oluşturmuşlardır. NATO’nun kuruluşu ile Sovyetlerin Avrupa’daki yayılmaları da durdurulmuştur.

Türkiye Yunanistan’ın 1952’de, Batı Almanya 1955’de, İspanya ise 1982’de NATO’ya girerek 12 üye 16’ya yükselmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye’nin en önemli dış politikası, Sovyet yayılmacı politikaları karşısında güvenliğini sağlama çabaları olmuştur. Sovyetlerin Doğu Anadolu toprakları ve boğazlar üzerindeki istekleri Türkiye’yi Sovyetlere karşı bir ittifaka dayanmaya itmiştir. Özellikle 1947’de Truman Doktrini ile ABD’nin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne önem verildiği görülmüştü. Türkiye 1949’da NATO’nun kurulması üzerine, bu ittifak grubunun içine girebilmek için büyük çaba harcamıştır. Türkiye bu dönemde çok partili rejimi kurma çabası içindedir. Ayrıca ekonomik kalkınma olmadan demokrasinin kurulamayacağını düşünmüşler, eğer NATO’nun üyeliği sağlanabilirse ekonomik, askeri ve siyasal yönden gelişmeleri için yardım sağlayabileceklerdir.
Türkiye’nin NATO’ya üyeliği konusunu ABD olumlu bulmuştur. Ancak ilk baştan İngiltere olmak üzere Danimarka, Hollanda ve Belçika gibi devletler bu karara tepki göstermişlerdir. Çünkü Sovyet tehdidi altında bulunan Türkiye’nin NATO’ya girmesi bir süre gecikecektir. Diğer taraftan İngiltere yeniden Ortadoğu üzerindeki sömürgecilik faaliyetlerine başlayarak Süveyş’ten çekilmek istemedi. Süveyş’ten çekilmek istemeyişinin iki nedeni vardı .Hem Ortadoğu’daki Sovyet tehdidini önlemek hem de buradaki petroldü. Mısır ise tam bağımsızlığa kavuşabilmek için İngilizlerin biran önce Süveyş’ten çekilmesini istemiştir. İngilizler, Türkiye’nin NATO’ya girebilmek için büyük çaba harcadıklarını bildiği için Türkiye’nin de dahil olduğu Ortadoğu savunma sistemini oluşturmayı düşünerek Süveyş’te kalmayı planlamışlardır. Türkiye ise şart olarak NATO Üyeliğinde ısrar edince İngiltere 1951 Temmuzunda Türkiye’nin NATO üyeliğini destekleyeceğini bildirmiştir. Ayrıca 25 Haziran 1950’de çıkan Kore savaşına bir tugaylık kuvveti Birleşmiş Milletlerin emrine göndererek NATO’ya girebilme olasılığını kuvvetlendirmiştir. Kore’de Türk askerinin göstermiş olduğu üstün başarılar sayesinde NATO Bakanlar Konseyi 1951 yılında Türkiye ve Yunanistan’ı NATO’ya katılmaya kabul etmişledir. Diğer taraftan İngiltere’nin oluşturmayı düşündüğü Ortadoğu savunma sistemi Mısır’ın İngiltere üzerindeki endişelerinden dolayı bu teklifi reddetmeleri üzerine kurulamamıştır.19 Şubat 1952’de TBMM de Türkiye’nin NATO’ya girmesine karar vermiştir.
Türkiye’nin NATO’ya üye olması üzerindeki Sovyet baskısını hala engellememişti. Bu nedenle Türkiye yeni savunma ittifakları üzerinde durmuş ve sonuçta 28 Şubat 1953’te Ankara’da Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında dostluk ve İşbirliği antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre aralarında kültürel ekonomik ve ortak savunmada birliği yapacak ve ayrıca birbirleri aleyhine hiçbir harekette bulunmayacaklardı. Taraflardan herhangi birine saldırı olduğu zaman hepsine birden yapılmış sayılarak saldırıya karşı birlikte hareket edilecekti Türkiye bu antlaşmayı daha da güçlendirerek 9 Ağustos 1954’te Yugoslavya’da Bled’de Türkiye Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkan ittifakı imzalamıştır. Ancak bu ittifak hem Yunanistan’la yaşanan Kıbrıs meselesini hem de Yugoslavya’nın Sovyetlerle anlaşma yoluna gitmesi üzerine artık geçerliliğini kaybetmiştir.

Sovyet Rusya 14 Mayıs 1955’te bir NATO saldırısına karşı Doğu Avrupa ülkelerini savunmak amacıyla Varşova Paktını oluşturmuştur. Bu pakta Sovyetler Birliği’nin yanında Çekoslovakya, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Romanya, Doğu Almanya ve Arnavutluk katılmışlardır. Ancak bu paktın gerçek amacı ortak bir savunma birliği değil Sovyet Rusya’nın bu bölgedeki etki ve denetimini arttırmak olmuştur. Sovyet Rusya’da Stalin’in ölümünden sonra ülke yönetimini ele geçiren Sovyetler Birliği Komünist Partisi sekreteri Nikita Kuruşçev Yugoslavya daha sonra Macar ve Çek ayaklanmalarının bastırılmasında bu amaçlarını açıkça ortaya koymuşlardır.
DP döneminde dış politikada, daha önceden başlayan Sovyet tehditlerini engellemek amacıyla NATO’ya girilmeye büyük çaba harcanmış ve bunun için Kore’ye asker bile yollanmıştır. Ayrıca ekonomik kalkınmayı dış yardım ve borçlarla sağlamak istediğinden, iktidara geçtikten hemen sonra batı dünyası, özellikle ABD ile ekonomik ve siyasal anlamda bütünleşmek için, Atatürk’ün emperyalizm ile savaş ilkesine ters düşecek davranışlarda bulunmuştu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...