Ana içeriğe atla

İmparatorluktan Ulusal Devlete

Osmanlı yönetici elitinin "nasıl kurtulacağız?" sorusuna yanıt ararken çalkalanıp batması ve ardından yeni devletin yaratılması çabaları yeni formüllerin ve yeni çözüm arayışlarının saptanmasına ve bunların siyasal yapı değişimlerinde uygulanmasına yöneldi.

Türkiye Cumhuriyeti, bir açıdan, yeni bir formülün somut görüntüsü olarak belirdi. Gerçekten, başlangıcında tam belirgin olmazsa da ulusal kurtuluş savaşı, salt dünya savaşı çöküntüsünde ülkeyi bölüşen yabancıların püskürtülmesini değil, ardından, yeni bir siyasal yapının nitelikleri içinde yeni bir siyasal yapı değişimini de oluşturmaya, gerçekleştirmeye yönelikti.

Yeni siyasal yapının biçimlenmesinde siyasal iktidar-din ilişkilerinin de çağdaş sistem gereklerine uygunluğu belirli bir süreç sonunda yasal alanda adım adım sağlandı. Laiklik kuralı, yeni siyasal biçimlenme ve bu biçimlenmenin amaçları çerçevesinde bir bütünün parçası, o bütünü tümleyici bir öğe olarak düşünülmüştü.

Dinsel etkenlerin baskın nitelikte bulunduğu, siyasal iktidarın hiç değilse kuramsal olarak dinsel nitelikte bulunduğu bir toplumda, alışılagelmiş düzene çok yabancı laik düzenin gerçekleştirilmesi, kuşkusuz kolay değildi. Salt laiklik kuralı değil, siyasal yeniliğin tüm öğeleri de, Osmanlı’nın siyasal yapısının dışında ve ona yabancıydı. Bu açıdandır ki, siyasal yenileşme ve biçimlenmenin belirli bir süreç içinde, aşama aşama oluşturulmasına çalışıldı. Oluşum sürecini ise, toplumsal değişimlerin doğal sonucu olan, yeni sorunların ve yorumların doğması, yeni düzenlemelere gereksinme duyulması izlemiştir. Bu köklü değişimi öncelikle siyasal ve yasal yapıdaki değişim ve gelişim aşamaları biçiminde başlamıştır.

Osmanlı’yı nasıl kurtaracağız sorusuna verilen yanıtlar içinde, yeni Türkiye’nin kurulmasında en etkili olanı Türkçülük akımı olmuştur. Gerçekten Osmanlı siyasal iktidar yapısında, bir soyun yönetiminde değişik milletlerin oluşturduğu kabul edilen reayanın birleştirici öğesi, aynı ümmetten olmak, aynı soyun yönetiminde bulunmaktan öteye gitmiyordu. Hıristiyan azınlıkların uluslaşması olgusunun tersine Müslüman Türkler en fazla, Türk-İslam sentezine ulaşmaktaydı. Bu da ümmetçiliği geçerli kılmak demekti. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı’nın çöküşü, Osmanlıcılık ve Ümmetçilik sentezine dayanan Osmanlı bütününün tümden parçalanması sonucunu yarattı. Böylece Müslüman cemaatler de uluslaşma ve ayrı devlet kurma arayışına girdiler. Osmanlı birleştirici öğesinin bunca silindiği bir ortamda, Anadolu insanının da bir daha gerçekleşmesi olanağı bulunmayan Osmanlılık hayal yerine Türk ulusçuluğu ilkesi çerçevesinde birleştirilmesi doğal bir zorunluluk olarak ortaya çıktı.

Yeni Türkiye’ye oluşturan Anadolu Savaşı’nın Türk ulusçuluğu çerçevesinde oluşması Osmanlıcılığın yadsınmasıyla olduğu gibi, İslamcılık anlayışıyla da çelişti. Bütünleşmeyi ümmet olmakta arayan İslamcılık, milliyetçilik akımlarını, ümmet anlayışına ve buna dayanacağı umulan İslam birliğine yönelik bölücü ve yıkıcı bir unsur olarak nitelendiriyordu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...