Ana içeriğe atla

Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri

Türkiye, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı Batı’nın en güçlü devletlerine karşı verirken, bu sırada 1917 Ekim Devrimi’nde iktidara gelen Bolşevikler’de ayın güçlere yani Batı emperyalizmini karşı mücadele yürütüyordu.  Sovyetler Birliği ile Moskova’da 16 Mart 1921 yılında Türk-Sovyet Dostluk Anlaşması imzalanmıştır.

Milletler Cemiyeti’nin Musul konusunda yanlı tutumu Türkiye’yi Sovyetler Birliği’ne daha da yaklaştırmıştı. 17 Aralık 1925’te Paris’te iki devlet arasında bir Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması imzaladı. Bu Anlaşma, Paris’te Chicherin ile Tevfik Rüştü Aras tarafından imzalanmıştır.

Bu anlaşma, 1945 yılına kadar yürürlükte kalacaktır.

Türk-Sovyet ilişkilerinin dostluk çerçevesinde yürütüldüğünü kanıtlamak için, Kasım 1926’da T.Rüştü Aras ile Chicherin Odessa’da bir görüşme yapmışlardır.

1928 yılından sonra iki devlet arasında siyasi ilişkiler daha çok uluslar arası politikanın etkisi altında kalarak devam etmiştir.

Mart 1928’de Türkiye Milletler Cemiyeti’nin Cenevre’de yapılmakta olan Silahsızlanma Konferansı Hazırlık Komisyonu’na Sovyetler Birliği delegesi Litvinov’un önerisi üzerine çağrılmış oldu. Cumhuriyet rejiminin kurulmasından sonra Türkiye’nin katıldığı ilk uluslar arası konferans olmuştur.

27 Ağustos 1928 günü Paris’te imzalana Briand-Kellogg Paktı’na Türkiye ve Sovyetler Birliği de davet edilmişlerdir. Sovyetler Birliği, 31 Ağustos 1928’de Türkiye ise 8 Eylül 1928’de bu Pakta katıldılar. Batılı Devletlerin saldırısından korkan Sovyetler Birliği, Briand-Kellogg Paktı’na önem vermiş ve buna katılmayı hemen kabul etmişti.

1930 yılına doğru Türkiye, İngiltere, Fransa ve Yunanistan ile sorunlarını çözmüş ve bu devletlerle ilişkileri normale dönmeye başlamıştır. Sovyetler Birliği, Türkiye’nin dayandığı tek büyük devlet olmaktan çıkmaya başlamıştır.

1930’lu yılların başlarında Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki iyi ilişkilerin devam ettiği görülmüştür. Ancak, 1934, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye karşı ilişkilerinde ilk değişiklik belirtilerinin ortaya çıktığı dönemdir.

1936 yılında, Montreux Konferansı sırasında ve sonrasında, Türkiye’nin İngiltere ile işbirliği yapması üzerine ilişkilerin aynı doğrultuda devam etmediği ve soğumaya başladığı anlaşılmaktadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...