Ana içeriğe atla

Savaş Koşulları’nda Zorunlu Bir Uygulama: Varlık Vergisi ve Sıkıntıları

1942’de çıkarılan ve tartışması günümüze kadar uzanan bir kanun da varlık vergisi kanunudur. Milli Korunma Kanunu’nun uygulanması, özellikle fiyat düzenine yapılan müdahaleler ve bunun sonucunda ortaya çıkan savaş zenginleri, savunma masrafları altında ezilen hükümetin hedefi olmuşlardır.

Devlet fiyat artışlarını önleyemeyince, borçlanmaya gitmeden hem savunma harcamalarını karşılamak hem de enflasyonun baskılarını önlemek amacıyla, bir takım olağanüstü vergiler toplama yoluna gitmiştir. Bu vergiler Varlık Vergisi ile Toprak Mahsulleri Vergisi'dir.Bu vergilerden siyasal hayatımızda en çok yankı uyandıranı Varlık Vergisi’dir. Devlet bu vergiyle, ekonomik koşulların darlığından meydana gelen güçlüklerden yararlanarak, yüksek kazanç elde eden ve bu kazançları ile orantılı vergi vermeyenlerin mallarının bir kısmına el koymayı amaçlamıştır. Devlet böylece zengin tüccar ve sanayicileri karşısına almış ve savaştan sonra karşısında bulacağı muhalefet cephesinin temellerini atmıştır.

Varlık Vergisi kanunu ile istenilen amaca ulaşılamamıştır. Vergi verenlerden verdikleri kadar vergi tahsil edilmiş, tepkiler karşısında vermeyenlerin borçları ise bir süre sonra silinmiştir. Toplanan vergi gelirleri, savaş sırasında tüccarların kazandıkları tahmin edilen kazançların karşısında çok düşük kalmıştır. Vergi borçlarını ödemeyenler ise, Aşkale’ye çalışma kamplarına gönderilerek çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmuşlardır. Varlık vergisi kanununun metninde ırk ve din ayırımına göre bir ayırım söz konusu değildir.

Ancak toplam vergi tahsilatının yarıdan fazlası azınlıklar tarafından ödenmiştir. Varlık vergisi bu nedenle maliye tarihimize ırk ve din ayrımına dayalı bir vergi uygulaması olarak geçmiştir. Bu uygulamada, hem azınlıkların dış ticaretteki etkilerini azaltmak hem de savaş yıllarında oldukça kuvvet kazanan ırkçı ideolojinin etkisi olmuştur.

1943 yılında kabul edilen Toprak Mahsulleri vergisi ise, tarım ürünlerindeki artışlardan yararlananları hedef almıştır. Fakat bu vergiyle de istenilen sonuç elde edilememiştir. Küçük ve yoksul köylünün üzerinde ağır bir yük oluşmuştur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...