Ana içeriğe atla

Parlamentoda Bunalım

Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından 17 Kasım 1974 te Ecevit in yerine başbakanlığa atanan kontenjan senatörü Sadi Irmak’ın hazırladığı bakanlar kurulu listesinin güven oyu alamayacağı belli idi. Teknokrat ve bürokratlardan oluşan partiler üstü görünümlü ırmak hükümetine ancak 17 güven oyu verildi. Fakat yerine başka hükümet kurulmadığından aylarca görev yapmak zorunda kaldı. 1 Mart 1975 te başbakanlık görevi yeniden Irmak'a verildiyse de kabul etmedi. Ecevit te aynı şeyi yaptı. Nihayet AP Lideri Süleyman Demirel Başbakanlı görevine getirildi.

12 Nisan 1975 günü Demirel başkanlığındaki AP – MSP – CGP – MHP – Bağımsızlar ortak hükümetine 218’e karşı 222 güven oyu ile işbaşı yaptırıldı. Bununla birlikte strateji kendi içinde açmazları taşıyordu. Milliyetçi Cephedeki partilerin soldan oy almaları söz konusu olamayacağına göre, aralarında kıyasıya mücadele edecekleri kesindi. Dolayısıyla bu nokta koalisyonun en zayıf halkasıydı. Öte yandan Milliyetçi Cephe’ye katılan partiler 1970’ler Türkiye’sindeki yerlerini ve değişen ülke sorunların karşısında neler düşündüklerini etraflıca belirleyebilmiş değillerdi. Ekonominin de hiç iyi gitmediğini belirtmek gerekir. Dünya petrol bunalımın etkilediği fiyat artışları 1976 da enflasyonu yüzde 20-30 lara çıkartmış, 1977 de yüzde 40-50 düzeyine fırlatmıştır.

İçerde bunlar olurken, dış politikada özellikle Yunanistan ve ABD ile anlaşmazlıklar sürmektedir. Şubat 1975’te Irmak hükümeti döneminde kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti dünya kamuoyunda tepki ile karşılanmıştır. Yunanistan’ın Ege denizindeki karasularını 12 mile kadar genişletmek istemesi, Türkiye’nin kıta sahanlığında petrol arama çalışmalarında bulunması, gerginliği daha da tırmandıracaktır.

Fakat Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde en önemli sorun halkın can ve mal güvenliğinin sürekli tehdit ve saldırı altında olmasıdır.

1977 seçimlerinden sonraki gelişmeler bunun örneklerinidir. CHP lideri Bülent Ecevit, AP ve MHP dışında her türlü koalisyona hazır olduğunu belirtirken, AP lideri Süleyman Demirel, milliyetçi partiler topluluğu iktidarı sola teslim etmemeli diye görüş belirtiyordu. Ecevit’in en çok sandalyeye sahip parti başkanı sıfatıyla oluşturduğu azınlık hükümetinin programı parlamentoda okunurken AP ve MHP’liler genel kurulu terketmişler, MSP’liler birleşime bile katılmamışlardı. Bunun üzerine Demirel’in liderliğinde kurulan II. Milliyetçi Cephe Hükümeti 219 red oyuna karşılık 229 kabul oyu ile güvenoyu almış, fakat Ocak 1978’e kadar hükümet görevinde kalabilmiştir. İkinci MC hükümeti Cumhuriyet’in gensoru ile düşürülen ilk hükümetidir. Gensoru önergesi hükümetin içte ve dışta  güvenliği sağlayamadığı, cephecilik anlayışı ile ulusal birliği zedeleyip Türkiye’nin gelişmesini engellediği, halk çoğunluğunu yoksulluğa sürüklediği ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Anayasa’nın belirlediği çerçeveden uzaklaştırmaya çalıştığı gerekçelerini kapsamaktaydı.

5 Ocak 1978’de AP’den istifa eden 11’ler, CGP ve DP desteği ile kurulan III. Ecevit Hükümeti 229 gibi kiritik bir oyla güvenoyu alırken bakanlık sayısının 34’e çıkartılmış olduğu dikkati çekiyordu. CHP ağırlıklı hükümetin iç ve dış politikası çeşitli çevrelerin tepkisine yol açmaktaydı. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Başbakan Ecevit’i eleştirirken Ecevit 1978 yaz başında Moskova’ya resmi ziyaret düzenliyor ve SSCB ile siyasal ve ekonomik alanlarda uzlaşma yapmaya çalışıyordu.

Siyasal istikrarsızlığın en önemli göstergesi sıklıkla değişen hükümetlerdi. 12 Mart'tan, 12 Eylül'e uzanan 9 yılda tam 10 hükümet kurulmuş ve yıkılmıştır.

Bu hükümetler şunlardır:

1- I.Erim Hükûmeti (Nisan 1971-Aralık 1971)
2- II.Erim Hükûmeti (Aralık 1971-Nisan 1972)
3- Ferit Melen Hükûmeti (Nisan 1972-Nisan 1973)
4- Naim Talu Hükûmeti (Nisan 1973-Şubat 1974)
5- I.Ecevit Hükûmeti (Şubat 1974-Ekim 1974)
6- Sadi Irmak Hükûmeti (Kasım 1974-Mart 1975)
7- I.Milliyetçi Cephe (MC.) Hükûmeti (Mart 1975-Mayıs 1977)
8- II.Ecevit Hükûmeti (Haziran 1977-Temmuz 1977)
9- II.MC Hükûmeti (Ağustos 1977-Aralık 1977)
10- III.Ecevit Hükûmeti (Ocak 1978-Ekim 1979)
11- Demirel Hükûmeti (Kasım 1979- Eylül 1980

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...