Ana içeriğe atla

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Vatan ve Millet

Osmanlılarda Türkçe yerine kullanılan millet sözcüğü Arapça kökenlidir ve daha çok, dinsel topluluk, cemaat anlamı da kullanılmıştır. Bu nedenle millet, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Müslüman olmayan uyruklar, topluluklar için kullanılmıştır. Rumlar, Ermeniler, ve Yahudiler birer millet sayılmış, Müslüman kesim ise daha çok ümmet olarak adlandırılmıştır. Tanzimat döneminde, dini ve etnik kökeni ne olursa olsun bütün uyrukları bir Osmanlı Milleti özdeşliğinde birleştirmek girişimi ise sonuç vermemiştir.

Bugünkü anlamıyla milliyetçilik kavramı Fransız devriminden sonra ortaya çıkmıştır. Bu kadar yeni kavramlar olan millet ve milliyetçilik XIX. yüzyıl boyunca büyük bir gelişme göstererek, bir milletler topluluğu olan Osmanlı İmparatorluğunu da etkilemekten geri kalmamıştır.

Milliyetçilik akımının bütün ülkelerde meydana çıkışında görüldüğü gibi Türk Milliyetçiliği de dıştan gelen dürtülerden ve iç tepkilerden kaynaklanmıştır. Fransız Devrimi’nin bir ürünü olan akım, ihtilal savaşlarının da etkisiyle Doğu Avrupa ya kadar yayılırken Osmanlı İmparatorluğu içindeki farklı topluluklar da harekete geçirmiştir.

İmparatorluktaki kopmaları önleyebilmek için orduyu, Mısır valisi Mehmet Ali Paşanın yaptığı gibi düzenlemek isteyen II. Mahmut un hizmetine giren Avrupalı subayların bir çoğu milliyetçilik akımları içinde  yer almış ve siyasal nedenlerle ülkelerinden kaçmış olan sığınmacılardı. 1848’de Avrupa da olup bitenler Osmanlı İmparatorluğunu da etkilemiştir. Ülkelerindeki devrim hareketine katılan bu subaylar, hekimler, değişik alanlar da uzman aydınlar; bilgilerine, uzmanlıklarına ek olarak Türkiye’ye milliyetçilik ve özgürlük düşüncesini de taşımışlardır.

Türk milliyetçiliği duygusu henüz doğmadığı, millet sözcüğünün dinsel cemaat anlamında kullanıldığı bu dönemde, Türklerden başlı başına bir halk, (Toplum, Millet) olarak söz edilen kişi işte bu yeni sığınmacılar arasından çıkmıştır.

Osmanlı İmparatorluğunda milliyetçilik akımına yol açan dış etkenlerden biri de doğubilimcilerinin (oriantalistlerin) ve özellikle Türkologların Orta Asya’daki Türk bölgeleri ve eski Türk dili yazıtları üzerine çalışmalarıdır.

İşte bu gelişmeler olurken, Osmanlı İmparatorluğu içindeki milletler de milliyetçilik akmının etkisiyle ayrı ayrı birer siyasal varlık olmaya, bağımsız devlet kurmaya yönelmişlerdir. İmparatorluğu çöküntüden kurtarmak amacıyla önce Osmanlıcılık, arkasından İslamcılık politikasına sarılan yöneticiler ve Türk aydınları, çok geçmeden bunların geçerli olmadığını görmüşlerdi. Böylece dış etkenlerinde desteğiyle Türkçülük adı verilen bu milliyetçilik düşüncesi doğmuştu. Fakat bu Türkçülük ya da Türk Milliyetçiliği akımı, Osmanlı dünyasında kimi öncülerce daha başlangıçta Türk Birliği yani Panturkizm diye algılanmıştır. (Turan 3/1 1995:164) II. Meşrutiyet döneminde iş başına gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti, olayların da etkisiyle Osmanlı birliğinden milliyetçiliğe yönelirken, Türkçülüğü ön plana çıkaran örgütlenmelere de gidilmiştir. Bu amaçla ilk önce 1908’de Türk Derneği kurulmuştu. Dernek 1911’de aynı adla bir derginin de yayımına başlamıştı. Aynı yıl kurulan Türk yurdu derneği de kendi adını taşıyan bir dergi çıkartmıştır. Bunları 1912 Ocak ayında kurulan ve

giderek en etkin örgüt durumuna geçen Türk Ocağı izlemişti. 1913 Martında, Türkçülük akımına dördüncü bir dernek katılmıştı.

Ancak 1918 yenilgisi, Panturkizme dönüşmüş olan Türkçülük akımından beslenen umutları sürdürmüştü. Ziya Gökalp’ın aynı yıllarda ortaya attığı üçlü Türkleşme, İslamlaşma Muasırlaşma (Çağdaşlaşma) formülü ise Türk milliyetçiliği akımına yeni bir boyut getirmişti. Bununla birlikte Türk toplumunun milliyet bilincine varması ancak Kurtuluş Savaşı ve sonrasında gerçekleşme yoluna girmiştir.

Atatürk’ün millet ve milliyetçilik anlayışı işte bu tarihsel gelişme ve gerekçelere uygunluk gösterir.

İmparatorluk ve İslam’ın geleneklerinin ağırlığı altında, Hıristiyanlığa ve diğer inançlara karşı ikili mücadele, doğuş halindeki Türk ulusal özdeşlik duygusu ezildi ve silindi. XIX. Yüzyıl ortalarına kadarki Osmanlı belgelerinin çoğunda Türkiye sözcüğü kullanılmamıştır. Bu sözcük yerine Türkler kendi ülkeleri için genellikle Memâlik-i İslam, Memâlik-i Şahane, Memalik-i Mahrusa veya daha yerel bir tanımla Diyâr-ı Rum terimlerini kullanmışlardır. Batılılar ise Türklerin kendileri için kullandıkları bu terimlerin yerine Türkiye terimini tercih etmişlerdir. Nispeten modern zamanlara kadar Osmanlı İmparatorluğu için Diyar-ı Rum ismi Türkçe’de yaygın olarak kaldı ve zaman zaman Memâlik-i Osmaniye’ye de yer verildi. Bütün bu deyimler, sadece Türk ulusunun oturduğu alanı değil, bütün İmparatorluğu kapsar şekilde kullanılıyordu. XIX. Yüzyıl ortalarında Genç Osmanlılar Avrupa’nın etkisi altında, kendi ülkelerinde Türkiye olarak söz etmek istediklerinde bu isme bir Türkçe karşılık bulmakta güçlük çektiler. Önce Türk ülkesi anlamına gelen Farsça kuruluşlu Türkistan sözcüğü kullanıldı. Daha sonra, olasılıkla bu deyim Orta Asya için kullanıldığından bunu terk ettiler ve Avrupa da kullanıldığı biçimde Türkiye adını kullanmakta karar kıldılar.

Modern vatancılık anlayışı, önce İngiltere’de, sonra Fransa’da kralın devlet olmaktan çıktığı ve onun yerine ulus, halk veya vatanla özdeşleştiği Batı Avrupa da doğdu. 18. yy’da İngiltere de, Fransa da çok dilli ülkeler olduklarından, kesin olmamakla beraber, buralarda dil bir dereceye kadar bir ölçüydü. Daha önemli olanı, ortak bir egemen otoritenin yetki alanı ile belirlenmiş ortak bir toprağın bulunmasıydı. Bu nedenle ona milliyetçilikten çok vatancılık, vatanseverlik demek daha uygun düşer.

İslam dünyasını ilk etkileyen ve sonunda başarısız kalarak, bağlılığı bir Osmanlı vatanı ve belirsizce tanımlanmış bir Osmanlı Milleti üzerinde toplama çabasına yol açan, Batı tipi bir vatancılık fikriydi.

Osmanlı vatanı bir zamanlar aralarında gayrimüslimler de olduğu halde, hanedan egemenliğine ortak bir bağla bir arada tutulmuş bir çok cemaatleri içine alıyordu. Osmanlı Hürriyetçileri ve onlardan sonra Osmanlı Meşrutiyetçileri, bu bağlılığın yerine İmparatorluğun tüm kavimlerini tek bir bağlılık ve özdeşlik içinde toplayacak yeni Osmanlı vatancılığını geçirmeye çalıştılar. Vatancılık fikri daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyetinin programında yer almış ve 1908’de genç Türk Hükümetinin temel politikasını oluşturmuştur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...