Ana içeriğe atla

Mustafa Kemal Atatürk’ün Ölümü

1881 yılında Selanik’te dünyaya gelen Mustafa Kemal Atatürk, Harp Okulu yıllarından başlayarak memleketin sorunları ile ilgilenmeye başlamıştır. Küçük yaşlardan itibaren zorlu bir yaşam savaşına atılan Atatürk, subaylığının ilk yıllarında II. Abdülhamit’in baskıcı yönetimine karşı çıktığı için, sürgüne gönderildiği Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyetini kurmuştur. Bu cemiyet 1907 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşerek İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinde etkili olmuştur.Mustafa Kemal, Trablusgarb, Balkan savaşları, I. Dünya savaşı sırasında cephede de önemli görevler üstlenerek, düşmana karşı başarılar sağlamıştır. Siyaset, askerlik, eğitim gibi toplum yaşamının hemen her alanında etkin rol oynamak durumunda olmuştur.

Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nda ise, büyük yokluklara ve sıkıntılara rağmen, hem memleket içindeki isyancılara hem de üç yıl amansız bir mücadele verilmiştir. Bağımsızlık savaşı ile birlikte devrim hareketleri de başlamış ve aralıksız on beş yıl sürmüştür. Mustafa Kemal, Ulusal Bağımsızlık Savaşını başlattığı sıralarda 38 yaşında genç bir generaldir.Türk ulusuna bağımsızlığını kazandırıp, yeni bağımsız bir devlet kuruncaya kadar çok çalışmış ve yaşına göre oldukça yıpranmıştır. Bu zorlu yaşamın biriktirdiği rahatsızlıklar, 56 yaşında iken ortaya çıkmaya başlamıştır. Ancak rahatsızlığının verdiği acılara karşın devlet işlerini aksatmamıştır. Doktorların dinlenme önerilerine karşın, devlet işlerini çözümlemek yolunda gösterdiği çabalar, rahatsızlığının daha çok artmasına neden olmuştur. Bu dönemde Atatürk’ün üzerinde durduğu konular; Hatay sorunu, toprak reformu, sanayileşme, halkın geçim düzeyinin yükseltilmesi, eğitim- öğretim ve dış politika konularıdır.

Atatürk’ün rahatsızlığı 1 Ekim 1938’de daha da artarak komaya girmiştir. Bu ağır komadan çıktıktan sonra, Başbakan Celal Bayar’a TBMM’de okuyacağı metni yazdırmış, son olarak da 5 Kasım’da devlet işleri hakkında başbakandan bilgi almıştır. 8 Kasım’da tekrar ağır bir komaya giren Atatürk, 10 Kasım 1938’de saat dokuzu beş geçe yaşama gözlerini yummuştur. Atasının ölümüyle büyük yasa boğulan Türk ulusu, 16 Kasım’da Dolmabahçe Sarayı’nın önünde Ona son defa saygı duruşunda bulunmuştur. Atatürk’ün bayrağa sarılı tabutu 19 Kasım’da Sarayburnu’dan Zafer torpidosuna konulmuş, oradan da Çanakkale savaşlarının efsane gemisi Yavuz zıhlısına alınmıştır. Yavuz zırhlısıyla önce İzmit’e, sonrada özel bir trenle Ankara’ya götürülmüştür. Atatürk’ün cenazesi 21 Kasım’a kadar TBMM’nin önünde halkın saygı geçişine açılmıştır. 21 Kasım 1938’de ise,Atatürk’e yapılan cenaze törenine bütün dünya devletlerinin temsilcileri ve bunlara ait birer askeri birlik hazır bulunmuştur. Atatürk’ün cenazesi geçici olarak Etnografya müzesine götürülmüş, buradan on beş yıl sonra, 10 Kasım 1953’te görkemli bir törenle Anıtkabir’de toprağa verilmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Harflerinin Kabulü

Türkler İslamiyeti kabul etmeden önce kendi milli alfabeleri olan Orhun ve Uygur alfabelerini kullanmışlardı. İslamiyeti kabul etmelerinden sonra ise Arap harflerini benimsediler. Ancak bu harfler Türkçenin yapısına uymuyordu. Arap harflerinin öğrenilmesi ve yazılması oldukça zordu. Bu yüzden, halkın büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Cumhuriyet döneminde ele alınan önemli konulardan biri de harfler konusu oldu. 1927 yılında Maarif Vekaleti, harfler konusunda incelemelerde bulundu. Aynı yıl çıkarılan posta pullarında Türk Postaları kelimeleri Latin harfleriyle yazıldı. 1928’de Maarif Vekaletinde bir alfabe komisyonu kuruldu. Komisyon, Arap harfleri yerine Latin harflerine dayalı Türk alfabesini hazırlamaya başladı. Bu konu ile yakından ilgilenen Mustafa Kemal Paşa’nın çabaları sonucu Türk alfabesine son şekli verildi. Mustafa Kemal Paşa, yeni Türk harflerinin kabul edilmesi konusunu, 9 Ağustos 1928’de İstanbul Sarayburnu’nda halka şu sözlerle bildirdi: “Arkadaşlar, zengin dil...

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...