Ana içeriğe atla

Londra Konferansı ve TBMM'nin Varlığının Uluslararası Düzeyde Tanınması

T.B.M.M, Sevr Antlaşması’nı kabul etmemiş, İtilaf Devletleri’ni yurttan çıkarmak için harekete geçmişti. TBMM, Milli Mücadele sırasında Güneyde Fransızlara karşı başarılı olmuş, Türk Sovyet görüşmelerini başlatmış, Yunan ilerleyişini durdurmuştu.

I. İnönü Zaferi de kazanılınca İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşmasında bazı değişiklikler yapmak üzere Yunanistan ve Türkiye’nin de katıldığı bir konferansın 23 Şubat 1921’de Londra’da yapılmasına karar verdiler.

Fakat TBMM’ni tanımadıkları için, konferansa yalnızca Osmanlı Hükümetini çağırdılar. Mustafa Kemal’in de konferansa delege olarak katılabileceğini ya da bir temsilci yollayabileceğini Osmanlı Hükümeti’ne bildirdiler. Osmanlı Hükümeti de itilaf devletlerinin bu önerisini TBMM Başkanı Mustaf Kemal Paşa’ya iletti. Ancak TBMM bu öneriyi onaylamadı ve çağrılmadığı bir konferansa, katılamayacağını bildirdi. Bunun üzerine İtilaf Devletleri, İtalya’nın aracılığı ile TBMM’ni resmen Londra Konferansı’na çağırdı. Konferans 23 Şubat’ta Londra’da açıldı. İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşması’nda küçük değişiklikler yapmak istediler. Türk temsilciler buna şiddetle karşı çıktılar.

Sadrazam Tevfik Paşa, söz sırası kendisine gelince, “Ben sözü Türk Milletinin gerçek temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başdelegesine bırakıyorum” diyerek konuşma yetkisini Bekir Sami Bey (Kunduh)’e bıraktı. Bunun üzerine, İtilaf devletleri her türlü görüşmeyi TBMM heyetiyle yaptı. TBMM delegeleri, Misak-ı Milli’ye dayanarak Sevr Antlaşması’nı hiçbir şekilde kabul etmediklerini dile getirdiler. Şiddetli tartışmalardan sonra konferans sonuç alınamadan dağıldı.

Bekir Sami Bey konferansın dağılmasından sonra savaş esirlerinin karşılıklı geri verilmesi ile ilgili olarak, 11 Martta Fransızlarla, 12 Martta İtalyanlarla ve 16 Martta İngilizlerle, ayrı ayrı antlaşmalar imzaladı. TBMM tarafından onaylanmayan bu antlaşmalar hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Konferans, sonuç alınamamasına rağmen, İtilaf Devletleri’nin TBMM’ni tanımaları açısından diplomatik bir başarıydı.

Birinci İnönü Zaferi’nin sonuçlarından biri de Türk-Afgan Dostluk Antlasması’nın imzalanmasıdır. Afganistan Moskova’da 1 Mart 1921 tarihinde Türk delegeleriyle, Türk-Afgan Dostluk Antlaşmasını imzalayarak Türk ulusunun Ulusal Bağımsızlık Savaşı’da desteklediğini belirtmiştir.

Moskova Dostluk Antlaşması



Londra Konferansı’ndaki başarısızlığa karşılık, daha önceki ilişkilerin değerlendirilmesi amacı ile Rusya’ya giden bir TBMM Heyeti, 16 Mart 1921’de Sovyet Hükümeti ile tarihe adı “Moskova Antlaşması” olarak geçen önemli bir belge imzaladı. Ermenilere karşı sağlanılan zaferden sonra, 1. İnönü Savaşı’nın da kazanılması Ruslardaki son tereddütleri ortadan kaldırmıştı. Onlar, daha önceden tanıdıkları TBMM Hükümeti ile sıkı bir işbirliği içine girmeyi kararlaştırdılar.

Bu antlaşmaya göre ile ilk kez büyük bir devlet Ankara Hükümeti’ni tanımış oluyordu. Bu antlaşma ile Sovyet Hükümeti Misak-i Milli’yi tanımış ve Çarlık Rusya’sı ile Osmanlı Devleti arasındaki bütün anlaşmalar hükümsüz hale getirilmiştir. 1877-78 savaşında Ruslar aldıkları toprakları geri vermişlerdir. Zaten daha önce 22 Şubat 1921’de Gürcistan ile imzalanan antlaşmayla, Artvin ve Ardahan Türklere bırakılmıştı.

Bu anlaşmaya göre ayrıca her iki taraf da uluslararası ilişkilerde birbirlerinin yararına aykırı davranışlarda bulunmayacaklar ve her türlü parasal ilişki ve yardımlarda bulunacaklardı. Bu antlaşma ile sağlanan Sovyet yardımı, Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın kazanılmasında önemli olmuştur. Ayrıca Doğu Anadolu’nun güvenligi sağlanarak Türkiye-Rusya arasındaki kesin bir sınır belirlenmiştir. Bundan sonra ulus bütün maddi ve manevi gücünü batı cephesine aktarabilmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...