Ana içeriğe atla

Petrol Bunalımı ve Türkiye

Bu yıllarda hızlı büyüme dış borçlanma ile sağlanabilmiştir. Dış kredi miktarları 1963’te 153 Milyon dolar iken, 1967 yılında 526 milyon dolara kadar yükselmiştir. Bu dönemde alınan yıllık dış borç tutarı yaklaşık 250 milyon dolardır. Ancak 1968 yılına gelindiğinde IMF, Türkiye’nin ödemeler bilançolarını artık dengelemek zorunda olduğunu düşünmektedir. Yeni borçlar ancak bunları ödeyebilecek bir duruma gelebilmek için gerekli önlemler uygulandığında alınabilecektir. Daha açık bir deyişle, Türkiye, IMF ile yeni bir anlaşma yapmak zorunda kalmıştır.

1968 yılında IMF’ye Demirel hükümeti tarafından niyet mektubunda devalüasyonun bir yıl içinde yapılacağına söz verilmiştir. Ancak 1969 yılı seçim yılıdır. Yeniden kazanmak amacıyla seçime girecek bir partinin hükümetinde devalüasyon kararını ve kaçınılmaz olarak beraberinde getireceği iç talebi kısıcı önlemleri alması beklenemezdi.
Ara seçimler sonuçlanıp da AP yeniden iktidar olunca, ekonomik sorunlara kaldığı yerden devam etmiştir. Tek çare IMF heyetiyle belirlenen antlaşmayı yapmaktır. 10 Ağustos 1970 tarihinde Türk Lirasının % 66 oranında değer kaybetmesi kararı böylece alınmıştır. 1970 Ağustosundaki bu devalüasyon ve tamamlayıcı önlemleri, dış ödemeler dengesini 1973 yılında 500 milyon dolar fazla verecek kadar etkili olmuştur. Bu politikaların sonucu batılı gelişmiş ülkelerde fiyatlar 1975 yılında, 1970’e göre yaklaşık % 50 oranında artarken, Türkiye de bu artış % 135 oranında olmuştur.

1974 yılından itibaren Türkiye için dış ticaret açıklarını işçi dövizleri ve geleneksel borçlanma ile kapatmanın olanaksız hale geldiği görülmektedir. Açıklar ancak yeni tür borçlanmaya baş vurularak, hiç olmazsa bir süre daha kapatılabilecektir. Bu yeni borçlanmanın sorumluluğu da yeni  siyasal iktidara, Milliyetçi Cephe hükümetine düşmüştür.

1974 yılında petrol fiyatlarının 4 kat artması, zaten yapısal nedenlerle kronik dış ticaret açığı veren Türk ekonomisinin dış ödemeler dengesini tamamen altüst etmiştir. Petrole 1973 yılında 222 milyon dolar ödenmişken,  1974 yılın da 752 milyon dolar ödenmiştir. Bu artış sonucunda petrol faturası dışsatım gelirinin % 16.8 inden, % 49.1 i oranına yükselmiştir. Ekonomik büyümeye devam edilmesi, gerekli dışalımın yapılabilmesine bağlı olduğundan ve de dışsatım ve diğer döviz gelirlerinde kısa sürede önemli artışlar elde edilemeyeceğine göre geriye tek yol olarak borçlanmak kalıyordu. Sorun, ihtiyaç duyulan ek borçlanmanın nereden yapılacağıydı. Uluslararası  kuruluşlardan, özellikle de IMF’den ve OECD ülkelerinden milyar dolara yaklaşan ek fatura tutarının temin edilmesi olanaksızdı. Geriye uluslararası sermaye piyasası kalıyordu.

Türkiye’nin borç yükünü olağanüstü boyutlara ulaştıran ve borç yapısını tamamen değiştiren kısa vadeli borçlanma işte bu koşullarda ortaya çıktı. 1973 yılında 250 milyon dolara yaklaşan kısa vadeli borçlar 1975 yılında 1.555, 1979 6.600 milyar dolara tırmandı. Kısa vadeli borçların tüm borçlar içindeki payı 1975 yılında  % 24.5 iken 1977 yılında % 57.9 'a yükselmiştir.

Bu borçlanma çeşitli biçimlerde gerçekleştirilmiştir. Dövize çevrilebilir mevduat (DÇM) hesapları, banker kredileri ve garantisiz ticaret bu biçimlerin başlıcalarıdır. DÇM, sonuç olarak dışarıdan Türk ekonomisine bir döviz akımıdır. Bu akım yurtdışın da bulunan Türk yada yabancı, özel yada tüzel kişileri banka kesiminde aştırdıkları döviz hesaplarıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...