Ana içeriğe atla

Türk-Yunan İlişkileri

Lozan Barış Konferansı 20 Kasım 1922’de başlamış, kesin bir sonuç alınamadan 4 Şubat 1923’de ara verilmiştir Burada Batılı devletlerle çıkan anlaşmazlıkları, Osmanlı borçları, Musul sorunu, Kapitülasyonlar, Trakya sınırının belirlenmesi, konularını içermekteydi.

Birinci dönem görüşmeler sırasında 30 Ocak 1923’te “Türk ve Rum Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” ile “Sivil Tutukluların Geri Verilmesi ve Savaş Tutsaklarının Mübadelesine İlişkin Türk-Yunan Anlaşması” imzalanmıştır.

Lozan Barış Görüşmeleri 23 Nisan 1923 tarihinde yenden başlamış, 24 Temmuz 1923 tarihinde Barış Anlaşması ve Ekleri imzalanarak son bulmuştur.

Lozan Anlaşması'nda iki ülkeyi ilgilendiren şu sorunlara çözüm getirilmiştir.

1- Askeri esirler ve sivil tutukluların değişimi,

2- Meriç nehri sınır olarak alınmıştır. Doğu Ege adaları “silahsızlandırılma” koşulu ile Yunanistan’ın egemenliğine bırakılan Ege’nin statükosu belirlenmiştir.

3- Nüfus Mübadelesi konusunda 30 Ocak 1923’te imzalanan Sözleşme üzerinde anlaşmaya varılarak, Lozan Barış Anlaşması ve Ekleri kapsamına alınmıştır.

Bu dönem içinde en önemli anlaşmazlık, 30 Ocak 1923’te imzalanan ve Mübadele Sözleşmesi diye anılan sözleşmenin uygulanmasında ortaya çıkmıştır. Lozan’da imzalanan “Mübadele Sözleşmesi”ne göre Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks olan Türk uyruklular ile Yunan topraklarında yerleşmiş Türk-Müslüman olan Yunan uyrukluların 1 Mayıs 1923’te başlamak üzere zorunlu değişimi kararlaştırılmıştır. Mübadeleye kimlerin tabi olacağı konusunda ilk anlaşmazlık çıkmış, “Yerleşik” yani Fransızca “Etabli”terimi, ölçü olarak kabul edilmiştir.

Buna göre, 30 Ekim 1918 tarihi yani Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan önce İstanbul’a yerleşmiş bulunan tüm Rumlar yerleşik yani etabli sayılacaklar ve nüfus değişimsi kapsamında tutulacaklardı. Buna karşılık, 1913 Bükreş Anlaşmasıyla belirlenen sınır çizgisinin doğusundaki bölgeye yerleşmiş bulunan Müslümanlar Batı Trakya’da yerleşik sayılacak ve değişim kapsamı dışında bırakılacaktı.

Yunanistan, anlaşmanın uygulamasını engellemeye başlamış ve İstanbul’da bulunan Rumları yerleşik gibi saydırmaya çalışarak Yunanitan’a olacak göç dalgasını azaltmaya çalışmıştır. Yunanistan’ın bu davranışı karşısında Türkiye, “Yerleşik” deyimine Türk yasalarının uygulanmasını istemiştir.

Etabli anlaşmazlığı onunda Milletler Cemiyetine götürülmüştür. Konu Uluslararası Adalet Divanına havale edilmiş ve 1925’de Adalet Divanı Etabli sorununa her hangi bir çözüm getiremeyeceğini açıklamıştı.

Yunanistan, bu sırada Batı Trakya’da bulunan Türklere ait malları ellerinden alarak göç eden Rumlara vermeye başlamış yeni bir gerginlik ortaya çıkmıştır..

Ayrıca Patrikhane konusunda da bir anlaşmazlık ortaya çıkmıştır.1924’de yapılan  seçimde Fener Partikliğine Arapoğlu Konstantin adlı kişi seçilmiş ancak Türkiye, seçilen Patriğin yerleşik olmadığını ileri sürerek sınır dışı etmiştir. Sonunda Konstantin Patriklikten çekilmiş ve yerine İstanbul Rumlarından Vasil Georgiades seçilmiştir.

1926’da değişim ile ilgili sorunları çözmek amacıyla Ahali Mübadelesi olarak adlandırılan bir anlaşma imzalamıştır.

1930 yılında Türk-Yunan ilişkilerinde bir yakınlaşma döneminin başlamasında Bulgaristan’ın Balkanlardaki tutumu etkili olmuştur. Bulgaristan’ın bu yıllarda revizyonist davranış içine girmesi Yunanistan’ı Türkiye’ye yaklaştırmıştır. Türk-Yunan yakınlaşması Venizelos’un başbakan olarak Ekim 1930’da Türkiye’ye gelmesiyle açıkça ortaya çıkmıştır.

10 Haziran 1930’da Türkiye ile Yunanistan arasında değişim sorununa çözüm getiren bir sözleşme imzalanmıştır. Bu anlaşma ile doğum tarihi ve yeri ne olursa olsun Rumlar ve Türkler etabli deyiminin kapsamı içine alınmıştır. Ayrıca iki ülkenin azınlıklarına ait mallar konusunda düzenlemeler yapılmıştır. Böylece süregelen anlaşmazlık sona ermiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...