Ana içeriğe atla

Montreux Boğazlar Sözleşmesi

1933 yılından sonra uluslar arası politikada kamplaşmaların oluşmaya başlaması, Milletler Cemiyeti’nin önderliğinde yürütülmek istenen silahsızlanma çabalarının başarısızlıkla sonuçlanması, devletlerin silahlanma yarışına girmeleri ve revizyonist devletlerin uluslararası hukuku hiçe sayıp çiğnemeleri karşısında, Boğazların Lozan’da belirlenen Sözleşme hükümleriyle korunamayacağı ortaya çıkmıştı. Boğazların silahtan ve askerden arındırılmış olması, uluslararası ilişkilerin bozulmaya başlanmasından sonra Türkiye’yi endişelendirmeye başlamıştır.

11 Nisan 1936’da Türkiye, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne imza koyan devletlere birer nota göndermiştir.

Türkiye, bu notada Boğazların askerden arındırılmış olmasının değişen dünya koşulları göz önünde tutulacak olursa Türkiye için çok büyük tehlikeler doğurabileceğini, bu tehlikeleri görmezlikten gelerek değerini yitirmiş garantilere sarılarak eli kolu bağlı oturmanın sorumluluğunu kabul edemeyeceğini bildirmiştir.

Bu öneri karşısında, İngiltere, Türkiye’nin notasına olumlu cevap verdi. Öte yandan, Almanya’nın Ren Bölgesine asker sokması üzerine Fransa ile Sovyetler Birliği arasında yakınlaşma başlamıştı. Bu nedenle Fransa’da Türkiye’nin isteğine olumlu yaklaştı. Sovyetler Birliği ise 1923 tarihli Lozan’da kabul edilen Boğazlar Sözleşmesi’ne Karadeniz ülkesi olması nedeniyle pek olumlu bakmıyordu. Revizyonist bir politika izlemeye çalışan Bulgaristan ise, Neuilly Anlaşması’nın delinebileceği düşüncesiyle bu öneriye muhalefet etmedi. Romanya ise doğal olarak tüm anlaşmaların değiştirilmesine karşı çıkıyordu. İtalya, Türk görünüşü karşı çıktı.

Arkasından Mayıs 1936’da Belgrad’ta yapılan Balkan Antantı Daimi Konsey toplantısında Antantı üyeleri Türkiye’yi destekleme karar vermiştir.

22 Haziran 1936’da Boğazlar Konferansı Monteux’da toplanmıştır. Türkiye, 13 maddelik bir tasarı metni sundu. Bu tasarı da Türkiye, Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılmasını istiyordu. Çünkü Boğazlar tahkim edildikten sonar ancak Milletler Cemiyeti’nin teminatından vazgeçilebilirdi. Gerçekten Türkiye, Boğazları tahkim ederek bölgede askeri kuvvet bulundurmak istiyordu.

20 Temmuz 1936 tarihinde Montreux Boğazlar Sözleşmesi; Türkiye, Fransa, İngiltere, Bulgaristan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Yunanistan tarafından imzalanmıştır.

Sözleşmenin 14. maddesi savaş gemilerini durumunu açıklamaktadır. Bu maddeye göre, Karadenize kıyısı olmayan devletlerin Boğazlar’dan transit geçişlerinde tonaj olarak 15 bin tonalitoyu geçemeyeceklerdir. 18. maddeye göre; bu devletlerin barış zamanında Karadeniz’de bulundurabilecekleri savaş gemileri 30 bin tonalitoyu aşamayacak, bu gemiler Karadeniz’de en fazla 21 gün kalacaktır. Karadenize denizaltı geçirebileceklerdir. Yalnız, denizaltılar gündüz seyrederek, su yüzünden gidecek ve tek, tek geçeceklerdir.

Savaş durumunda Türkiye tarafsızca, savaşa katılan ülkelerin gemisi Boğazlardan geçemeyecektir.

Savaş durumunda Türkiye savaşa girmişse, 20. maddeye göre, bütün savaş gemilerinin  geçmesi Türkiye Hükümetinin kararına bağlıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...