Ana içeriğe atla

İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı Seçilmesi

Türk Ulusal Bağımsızlık Savaşı içindeki önemli isimlerden biri olan İsmet İnönü, 1884 yılında Malatya’lı bir ailenin çocuğu olarak İzmir’de dünyaya gelmiştir. 1906’da Harp Akademisi’ni bitirmiş, İttihat ve Terakki Cemiyetine üye olarak siyasetle tanışmıştır. O da Balkan ve I. Dünya savaşlarında önemli görevler almıştır.Kurtuluş savaşında cephede, savaş sonrası da yapılan barış görüşmelerinde büyük bir başarı göstermiştir. Özellikle Lozan Konferansı sırasında sert ve kararlı davranışlarıyla dikkat çekmiş ve bu konferansın birinci döneminde kendisine anlaşmayı imzalaması için baskı yapan İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a; “Memleketimi tutsaklığa mahkum eden bir belgeye imza koymam...” diyerek kararlılığını göstermiştir. Cumhuriyet’in ilanının ertesi günü Atatürk tarafından başbakanlık görevine getirilmiştir. 20 Kasım 1924’te bu görevinden istifa etmiştir, ancak 5 Mart 1925’te tekrar başbakanlık görevine getirilen İnönü, 25 Ekim 1937’ye kadar bu görevini kesintisiz yerine getirmiştir.İnönü, Yeni Türkiye Devleti’nin oluşumunun her evresinde yer almış, Atatürk’ü her zaman destekleyerek Cumhuriyet’e ve Atatürk İlkelerine bağlı kalmıştır. Ancak 1937 yılında Atatürk’le aralarında beliren bazı küçük görüş ayrılıklarından dolayı başbakanlık görevinden istifa etmiştir.

Atatürk’ün ölümünden sonra, Cumhurbaşkanlığı makamına TBMM Başkanı Abdülhalik Renda vekalet etmiştir. Renda, 11 Kasım 1938’te TBMM’ni toplantıya çağırmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimi konusu önce CHP meclis grubu toplantısında görüşülerek, İsmet İnönü Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmiş,meclis grubunda yapılan oylamada 322 oy almıştır. İnönü, TBMM’de Cumhurbaşkanlığı için yapılan seçimde, oylamaya katılan 348 milletvekilinin oybirliği ile Cumhurbaşkanlığına seçilmiş ve bu görevini 1950 yılının Mayısı’na kadar sürdürmüştür.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...