Ana içeriğe atla

Çağdaş Ölçü Birimlerinin Benimsenmesi

Bireyin ve toplumun güncel yaşamını ilgilendiren önemli bir değişiklik de, zamanı ölçmede kullanılan saat ve takvimdeki karmaşaya son verilerek uluslar arası ilişkilerde uyumun sağlanması oldu.

Osmanlı İmparatorluğu’nda, öteki İslam ülkelerinde olduğu gibi ezani saat kullanılmaktaydı. Namaz vakitlerini ve ona çağrı olan ezanı gözettiği için ona bu ad verilmişti. Bunda gün, 24 yerine 12 saatlik 2 dilime ayrılıyordu. Akşamları güneşin batışı 12 kabul ediliyordu. Osmanlı İmparatorluğu, batı Hıristiyan dünyası karşısında İslam topluluğunun temsilcisi sayıldığından batılılar ezani saati, Türk usulü modası anlamında alla turca/alaturka saat olarak nitelendirmişlerdi. Avrupa’da kullanılan ve Osmanlı ülkesine gelen batılıların bağlı oldukları güneş saatine de, öğlen vakti demek olan zevali 12 kabul ettiği için zevali saat denmişti. Bu saat aynı zamanda alla franca/ alafranga (Frenk usulü) saat diye de tanınır olmuştu.

Alafranga saat kullanımı Kurtuluş Savaşı yıllarında yaygınlık kazanmıştı. Sivas Kongresi ve Temsilciler Kurulu toplantılarının bu güneş saatine göre yapıldığı tutanaklarda açıkça görülmektedir.Bu durum imparatorluk döneminde zamanı belirleme demek olan saat konusunda ülkede birliğin bulunmadığı ve uluslar arası düzeyde de uyum sağlanamadığını göstermektedir. Toplumsal yapının çağdaşlaştırılmasına yönelinmişken bu ikiliğe son vermek uluslar arası ilişkilerde uyumu sağlamak amacıyla 26 Aralık 1925’te TBMM kabul ettiği 697 sayılı yasa ile günü 24 saate bölen vasati güneş saati (alafranga), ülkede tek resmi zaman ölçüsü birimi olarak kabul edildi.

Türklerin başlangıçta kendilerine göre özelliği bulunan, mevsimlerle ve burçlarla ilgili, yılları sayı ile değil 12 Hayvan adıyla sıralayan takvimleri vardı. 12 yıllık dilimlere ayrılan ve 60 yılda bir dönem oluşturan bu takvimde yıllara birer hayvan adı verilmişti.

Göktürklerden başlayarak kullanılan 12 Hayvanlı Takvim, Türklerin İslamiyeti kabullerinden sonra yerini Hicri Takvim (Kameri Takvim) denen Arap takvimine bırakmıştı. Ay yılına dayanan bu takvimde yıl 354 kabul edilmişti. Ay yılı güneş yılından 11 gün 6 saat kısadır.Güneş yılında aylar, mevsimlere göre daima aynı zaman gelir. Ay takviminde ise, aylar, aynı mevsimlere isabet etmez. Bu nedenle ay takvimini kullanan ülkelerde yeni yıl gibi sosyal toplantılar, dini bayramlar ve benzer olaylar ancak 36 yılda bir kez gerçek günlerine düşer, Hicri Kameri takvim yılı güneş yılına göre, her 33 yılda bir yıl geri kalır.

Osmanlı Devleti, ayların başlangıcının her yıl değişmesi yüzünden ortaya çıkan mali zararları ve karışıklıkları önleyebilmek için, 1 Mart 1840’da Hicri esası değiştirmeden güneşin dönüşünü esas alan Juliyen Miladi Takvimi’ni yani Rumi takvimi uygulamaya koymuştur. Mali takvim de denilen bu takvime göre; yıl mart ayının birinci günü başlamakta ve ertesi yılın şubat ayının sonuna kadar devam etmektedir. Rumi takvim de uygar dünyanın kullandığı Miladi Takvim arasındaki uyumsuzluğu gideremedi. Çünkü Rumi ve Miladi takvim arasında 584 yıllık fark vardır.

Batılı takvimi kabul etme girişimleri, İttihat ve Terakki döneminde devam etti. 1332 (1917) Şubat ayında çıkarılan bir kanunla aradaki 13 günlük fark giderildi. Yılbaşı Mart’tan Ocak ayına alındı.

26 Aralık 1925 ‘de TBMM 698 sayalı yasa ile Miladi Takvim’i kabul ederek uluslar arası ilişkileri uyum sağlamak istedi. Bütün uygar devletlerin kullandığı Gregoryen Takvim sistemine geçildi.

13 Ocak 1945’te 4696 sayılı yasa ile de yabancı kökenli ay adları değiştirildi.

Uluslararası Rakamların Alınması: Uygarlık dünyası ile sosyal ve ekonomik ilişkileri ayrılmaz bir duruma gelmiş olan Türkiye’de uluslararası sayı şekillerinin kabulü ve kullanılması için 20 Mayıs 1928’de kabul edilen 1288 sayılı yasa ile rakamların yazılışında uluslar arası simgelere geçilip, Romen Rakamları kabul edildi.

Bu değişiklik sisteme değil, biçime ilişkin bir değişiklikti. Ama dünya görüşü, uygarlığı algılama yönünden önem taşıyordu.

Hafta Tatilinin Pazara Alınması:Zaman birimlerinde bu dönüşümler yapıldığında hafta tatili, Osmanlı döneminde olduğu gibi Cuma günü olarak sürmüştü. Bu yüzden Pazar günleri tatil yapan ülkelerle ilişkilerde bazı sorunlar giderilememişti. Hafta tatili iki güne çıkmış, işleri aksatmaya başlamıştı. Uluslararası ekonomik ve siyasal ilişkilerde uyumu sağlayabilmek için 1 Haziran 1935’te kabul edilen bir yasa ile hafta tatili cumadan Pazar gününe alınmıştır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...