Ana içeriğe atla

Türkiye-Fransa İlişkileri

Türk-Fransız yakınlaşması 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması ile başlamıştı.

Fransa, yeni Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilerini dikkatli bir biçimde geliştirmek, iki ülke arasında çözümlenmesi gereken sorunlarda çıkarlarını en iyi şekilde gözeterek sonuçlandırmak istemekteydi. Osmanlı-Fransız ilişkileri düşünülecek olursa, Fransa’nın bu konuda diğer Batılı devletlere göre daha deneyimli olduğu kabul edilebilir.

Ancak, Lozan Konferansı sırasında Fransa, Türkiye ile kapitülasyonlar konusunda sonuna kadar mücadele etmiştir. Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi Lozan’de tümüyle çözüme kavuşturulamamıştır. Bununla birlikte iki ülke arasındaki ilişkileri en fazla etkileyen konu Fransa’nın mandasında bulunan Suriye ile Türkiye arasındaki sınır sorunu olmuştur.

Fransa ile Türkiye arasında Çözümlenmeyen diğer bir konu da Osmanlı borçlarının tasfiyesidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun vermiş olduğu kapitülasyonlardan en fazla faydalanan ülke Fransa idi. Bu nedenle borçların tasfiyesi en fazla Fransızları ilgilendiriyordu. Lozan Konferansı sırasında çözümlenemeyen bu konu, Konferans sonrası Fransız vatandaşları ile Türkiye Hükümeti arasında Paris’te yeniden görüşmeler neden olmuştu. 13 Haziran 1928’de Paris’te, Paris Büyükelçisi Fethi Bey’le altı devletin alacaklıları adına hareket eden Osmanlı Düyunu Umumiyesi arasında varılan bir anlaşmayla sonuçlandı.

Anlaşmaya göre Osmanlı İmparatorluğu’nun 124.634.000 Türk altın karşılık olan borçların 86.860.000 altını Türkiye Cumhuriyeti tarafından ödenecekti. Böylece Düyunu Umumiye tarihe karışıyordu. 1 Aralık 1928’de TBMM Osmanlı Borçları anlaşmasını kabul etmiştir.

Ancak, 1929 Dünya Ekonomik Buhranı bu borç anlaşmasının uygulanmasını zorlaştırmış ve borç ödemelerinin yeniden düzenlenmesine gidilmiştir. İki devlet arasındaki görüşmeler sonucunda 22 Nisan 1933’te Paris’te yeni bir anlaşma imzalanmış, borçların ödenmesi yeni koşullara bağlanarak bu sorun çözümlenmiştir.

Diğer bir anlaşmazlık konusu, 1929 yılında Adana-Mersin demiryolunun satın alınması sırasında çıkmıştır. Türkiye Hükümeti, satın almak istemiş, Fransızlar buna karşı çıkmışlardı. Adana-Mersin demiryolu hattını kendileri işletiyorlardı. Bu anlaşmazlık 22 Haziran 1929 tarihinde Ankara’da imzalanan bir anlaşma ile çözümlenmiş ve demiryolu satın alınmıştır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türk Harflerinin Kabulü

Türkler İslamiyeti kabul etmeden önce kendi milli alfabeleri olan Orhun ve Uygur alfabelerini kullanmışlardı. İslamiyeti kabul etmelerinden sonra ise Arap harflerini benimsediler. Ancak bu harfler Türkçenin yapısına uymuyordu. Arap harflerinin öğrenilmesi ve yazılması oldukça zordu. Bu yüzden, halkın büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Cumhuriyet döneminde ele alınan önemli konulardan biri de harfler konusu oldu. 1927 yılında Maarif Vekaleti, harfler konusunda incelemelerde bulundu. Aynı yıl çıkarılan posta pullarında Türk Postaları kelimeleri Latin harfleriyle yazıldı. 1928’de Maarif Vekaletinde bir alfabe komisyonu kuruldu. Komisyon, Arap harfleri yerine Latin harflerine dayalı Türk alfabesini hazırlamaya başladı. Bu konu ile yakından ilgilenen Mustafa Kemal Paşa’nın çabaları sonucu Türk alfabesine son şekli verildi. Mustafa Kemal Paşa, yeni Türk harflerinin kabul edilmesi konusunu, 9 Ağustos 1928’de İstanbul Sarayburnu’nda halka şu sözlerle bildirdi: “Arkadaşlar, zengin dil...

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...