Ana içeriğe atla

Türkiye-İngiltere İlişkileri ve Musul Sorunu

Lozan Barış Anlaşması imzalandığında Misak-ı Milli sınırları iki konu dışında çözüme kavuşturulmuştu. Çözüme kavuşturulamayan Batı Trakya ile Musul topraklarıydı.

Lozan’da Musul Sorunu çözümlenememiş, İngiltere ile Türkiye arasında tartışmalara neden olmuş ve iki ülke heyetleri sorun hakkında farklı görüşleri savunmuşlardır.

İngiltere 5 Ekim 1923 tarihinde Türkiye’ye başvurarak Musul konusunu öngören ikili görüşmelere başlanmasını talep etmiştir. Görüşmeler sonunda Haliç Konferansı, 19 Mayıs 1924’de toplanmıştır.

İngiltere, daha baştan Türkiye’nin kabul edemeyeceği istekler öne sürerek sorunun Milletler Cemiyetine götürülmesini sağlamaya çalışmaktaydı. Çünkü İngiliz diplomatları Musul’u kurtarmak için, bu defa Hakkari’yi talep etmişlerdi. Görüşmeler 5 Haziran günü kesilmiştir. Haliç Konferansı’ndan bir süre sonra, Türk-Irak sınırında İngilizlerin kışkırtmasıyla Nasturi ayaklanması çıkar. İstanbul Haliç Konferansı’nın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, İngiltere, Lozan Konferansı’ndan beri istediği şekilde Musul Sorununu, 6 Ağustos 1924’de Milletler Cemiyetine  götürmüştür.

İngilizler, sorunun Türk-Irak sınırının saptanması olduğunu, Musul’un Irak’ın bir parçası olduğunu bunun çözümlendiğini, konunun sınırı çizmek olduğunu dile getirmektedir. Türk görüşü olan”plebisit” yapılmasını da reddetmektedir. Sınır konusunun bir askeri konu olduğunu, tarafsız bir komisyon kurulmasını teklif eder.

Cenevre’de Türk delegasyonuna Fethi Okyar başkanlık etmiştir. Okyar, sorunun, Türk-Irak sınırının Musul’un kuzeyinden mi yoksa güneyinden mi geçeceğinin belirlenmesi olduğunu söyler. Çözümün plesibit olduğunu ifade eder.

Milletler Cemiyeti Meclisi, Irak’ın sınır meselesini incelemeye ayırdığı toplantısında üç üyeli özel bir komisyon oluşturmasına karar vermiştir.

Bu Tahkik Komisyonu’nun görevi, Meclisin karar almasında yarayacak tüm belgeleri ve uygun tüm önerileri Meclise getirecektir. Ayrıca Komisyon kendi prosedürünü kendisi düzenleyecektir.

Musul Vilayetinde Türkiye ile İngiltere arasında sınır çatışmalarının yoğunlaşması ve Süleymaniye şehrinin bombalanıp, İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine, Türkiye’nin başvurusuyla, Milletler Cemiyeti 30 Eylül 1924 tarihli oturumunda konunun çözümlenmesi için bir komisyon atama kararı alır. Bu komisyon 29 Ekim 1924 tarihinde “Brüksel Hattı” adını alan Türk-Irak sınırını geçici olarak belirleyen bir sınır belirlemiştir.

Komisyon raporunu 16 Temmuz 1925 tarihinde Milletler Cemiyeti’ne sunar. Rapor, coğrafi, etnik, tarihsel, ekonomik, stratejik ve politik içerikli değerlendirmeler içermekteydi.

Komisyon, Brüksel Hattı ile Britanya Hükümeti tarafından önerilen sınır iyi bir sınır hattı olduğu belirtilerek Küçük Zap ırmağını sınır olarak önerir.

Komisyonun etnik sonuçlar kısmında şu ifadeler kullanılmaktadır:

“Ekonomik sonuçlara gelince: Komisyon ekonomik özellikleri dolayısıyla sorunlu bölgenin Irak’a bağlanması lehinde öneride bulunmaktadır. Ancak sorunlu bölgenin geleceği açısından Türkiye ile Irak arasında ekonomik bir anlaşma yapılmasını tavsiye eder.

Komisyon, bölgenin bir bütün olarak ele alınması durumunda nüfusların davranışın çoğunluğunun Irak’a bağlanmaktansa Türkiye’ye yeğlediğini açıklar.”


Raporun son bölümünde Komisyon, üç aşamalı bir çözüm teklif eder;

İlk olarak konvansiyonel “Brüksel Hattı”nın güneyinde kalan bütün toprakların Irak’a bağlanması lehinde olduğunu, ancak iki maddelik bir koşul önce sürer;

Bunlar gerçekleşmediği takdirde, sorunlu bölgenin Türkiye egemenliği altında yaşamaya devam etmesinin daha uygun olacağını düşünmektedir.

Üçüncü çözüm olarak Milletler Cemiyeti Meclis’i sorunlu bölgenin paylaştırılmasını adil bir çözüm olarak görürse, Komisyon Küçük Zap hattının tavsiye edebileceklerini içerir.

Lozan Anlaşması’nda manda sözünden bahsedilmediği için Musul Vilayeti üzerinde manda yönetiminin, söz konusu olamayacağını, Musul’un hala Türk egemenliği altında bulunduğunu Meclis’te savunur.

Türkiye’nin Tahkik Komisyonu raporuna karşı çıkması üzerine, Milletler Cemiyeti Meclisi 19 Eylül 1925 günü Milletlerarası Daimi Adalet Divanı’na bu konuda görüşünü almak için başvurulmasına karar verir.

İngiltere, Milletler Cemiyeti Meclisi’nin Adalet Divanı’na başvurmasını olumlu karşılarken Türkiye buna karşı çıkmıştır.

Adalet Divanı, 21 Kasım 1925 tarihinde iki maddelik bir karar alır:

1- Taraflar, Lozan Anlaşması’nın 3. maddesinin 2. fıkrasını imzalamakla sorunun kesin çözümünü sağlamak, yani uyuşmazlık konusu olan sınırları kesin olarak saptamak istemişlerdir. Milletler Cemiyeti Meclisi’nin bu madde gereğince alacağı kararın iki taraf için de bağlayıcı olması gerekmektedir.

2- Meclis, kararını oybirliği ile almak zorundadır. Tarafların temsilcileri oylamaya katılacak, fakat oybirliğinin saptanmasında bunların oyları gözönünde tutulmayacaktır.

Milletler Cemiyeti Meclisi, Türkiye’nin karşı çıkmasına rağmen 8 Aralık 1925 tarihinde Adalet Divanı’nın kararını kabul eder.

Milletler Cemiyeti Meclis’i 16 Aralık 1925 tarihinde ki toplantısında Türkiye’nin gıyabında Üçlü Komisyon Raporunu benimseyen bir karar alır.

Bu karar ile sorunlu bölge Irak’a bırakılır; Irak’taki manda yönetiminin 25 yıl uzatılması için İngiltere ile Irak arasında bir ittifak anlaşması yapılması öngörülür.

Türkiye’nin Milletler Cemiyeti kararına tepkisi; İlk olarak Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, 16 Aralık 1925 tarihinde Milletler Cemiyeti Meclisi’ne yolladığı mektupta, Türkiye’nin Musul Vilayeti üzerinde egemenlik haklarının ancak kredi rızasıyla sona erebileceğini ifade eder.

Musul sorununda, Türkiye aleyhinde bir karar çıkması Türkiye’yi önce Batı’dan uzaklaştırmış; bu süreç 1930’lara kadar sürmüş; ancak 1930’larda Batı’yla ve öncelikle İngiltere ile ilişkilerde yakınlaşma dönemi başlamıştır.

Türkiye, Milletler Cemiyeti kararından bir gün sonra 17 Aralık 1925 tarihinde Paris’te Sovyetler Birliği ile Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması imzalamıştır.1926 yılında Musul Sorunu’da ikili görüşmeler sonucunda çözüme kavuşacaktır.

5 Haziran 1926 tarihinde Ankara’da Türkiye-İngiltere ve Irak Hükümetleri arasında sınır ve iyi komşuluk anlaşması imzalanmıştır.

Yorumlar

  1. Türkiye Ve İngiltere25 Ocak 2010 21:03

    Bence Türkiye Ve İngilterenin İlişkilerinin Gayet İyi Olması Gerekmektedir.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Barışı’nından Sonraya Kalan Sorunlar

Ne var ki bu barışçı tutumu engelleyebilecek Lozan Barış Anlaşması ’nda çözümü sonraya bırakılan sorular bulunmaktadır. Bu sorunlar, İngiltere ile Musul, Fransa ile Osmanlı borçları ve bunların tasfiyesi, Yunanistan ile etabli yeni yerleşikliğin tanımlanması sorunundan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Birinci Dünya Savaşı sonucu Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları parçalanmışlar, Bu ülkelerdeki hanedanlar tarihe karışmıştır. Ayrıca Rusya’da siyasi rejim değişikliği sonucu Bolşevik yönetimi kurulmuştur. Türkiye Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı, yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. 1923-1930 arası dönemde Türkiye’nin dış politikasını etkileyen iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın en güçlü devletleriyle sınır komşusu olmasıdır. Küzeydoğu da Sovyetler Birliği; güneyde İngiltere ve Fransa ile  denetimindeki manda rejimleri dolayıyla ve Ege’de On iki Ada ile İtalyanlar’la sınır komşusu olmuştur.

Soyadı Kanunu

Toplumsal alanda eşitliği sağlamak ve bireyin kişisel ve toplumsal kimliğini belirlenmesini, çizilen ulusal kimlik çerçevesinde özgür yurttaşın yaratılması hedefiyle herkesi tanımlayan bir soy adı vermek için  24 Kasım 1934 tarihinde Soyadı Kanunu çıkarılmıştır.Yasanın üçüncü maddesine göre rütbe memuriyet, aşiret isimleri, ayrıcalık sağlayan niteleyici sıfatlar, yabancı ırk ve ulus isimleri, gülünç ve genel ahlak kurallarına uymayan lakaplar soyadı olarak alınamayacaktı. TBMM’nin, çağdaşlaşma siyasetine uygun olarak çıkardığı, feodalizme, gericiliğe ve aşiret hayatına son verip, ulusal değerlere bağlı bir toplum yaratmayı amaçlayan önemli yasalardan biridir. Soyadı Yasasını bütünleyen, aynı yıl içinde TBMM’nin çıkardığı diğer bir yasa ile “Ağa, Hacı, Hoca, Hafız, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Paşa ve Hazretleri”   unvanlarının kullanılması yasaklanmıştır. Çünkü bu unvanlar sıradan insanlar için değil toplum üzerinde nüfuzlu kişiler tarafından kull...

Laik Devletin Özellikleri

Laiklik ve demokrasi, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelen ve birbirini besleyen iki önemli kavramdır. Bu kavramların birleşme noktaları öncelikle egemenlik kavramıyla ilgilidir. Egemenliğin kimin elinde olduğu burada en önemli sorundur. Egemenlik Tanrı’nın ya da “yeryüzündeki gölgeleri”nin mi, yoksa halkın, milletin midir? Burada öne çıkan sorun, kim adına iktidar yarışına girildiği ve iktidar yetkilerinin nasıl kullanılmakta olduğudur. Egemenliğin Tanrı adına kullanıldığı sistemler teokrasi, halk-milletin elinde olduğu sistemler ise demokrasi olarak adlandırılır. Böylece, “Hakimiyet Allah’ındır” ile “Egemenlik Milletindir” ilkeleri arasında aynı zamanda demokratik, anti-demokratik zıtlığı vardır. Laik devlet için diğer bir belirleyici de hukuk kurallarını kimin koyduğu ve kaynağının ne olduğudur. Hukuk kuralları dine dayandırılıyorsa, bunlar kutsaldır, değişmezdir ve hatta tartışılmazdır. Böyle devletler teokratiktir. Hukuk kurallarını halk ya da millet egemenliğini ya da bunla...